Bir Ağustos akşamı, mutfak masasında kırtasiye listesiyle göz göze geliyorum. A4 kâğıdın kenarlarına doğru kıvrılmış, tıpkı yaz sıcağında bizim de sinirlerimizin kıvrıldığı gibi. Defter, kalem, silgi, kaplık, etiket, boya… Her sene aynı kelimeler; ama fiyatları sanki zamlı bir dizinin yeni sezonu gibi. Senden saklamayayım, bu sene listeye bakarken içimden “okul mu açılıyor, mini market mi devralıyoruz” diye geçirdim. Sen de biliyorsun, açılan yalnızca kapılar olmuyor, cüzdan da ağzını aralıyor; sonra bir bakmışsın içindeki banknotlar teneffüste koşar gibi kapıdan kaçmış.
“Okullar ne zaman açılıyor” sorusunun cevabını artık ezbere bilsem de yine de bakmadan duramıyorum. Çünkü takvim var, bir de hayatın ritmi var. 2025-2026 eğitim öğretim yılı için birinci dönem 8 Eylül Pazartesi başlıyor, 16 Ocak 2026’da bitiyor denmiş. Uyum haftası da 1-5 Eylül arası. Velinin zihnindeki uyum haftası ise genelde “ben bu haftayı nasıl atlatırım” diye geçiyor. Çocuk okula uyacak, peki ya bütçe? Onu da biz uyduracağız bir şekilde. (1)
Şimdi gel, bu listeyi beraber konuşalım. Birlikte gülüp birlikte iç çekelim. Belki arada iki pratik yol bulur, birer çay koyarız. Bu yazı tavsiye metni değil, ablalı ağabeyli bir dertleşme. Hani mahalle bakkalında “deftere yaz” denilen günlerden kalma bir samimiyetle.
Kırtasiyeden içeri girince önce o mis gibi kâğıt kokusu vuruyor. Yeni defterin sayfasını çevirirken çıkan hışırtı bile insana umut veriyor. Ama o umudu etiketin üzerindeki fiyat kalemi çabucak siliyor. Geçen gün bir haber gözüme ilişti; 72 yaprak defter 110, 36’lı kuru boya 600, çantalar 1000 ile 3000 arası gibi rakamlar konuşuluyor. Kırtasiyeciler “yüzde 20-30 yeni zam gelebilir” diyor. Bak sana söyleyeyim, zam kelimesi artık Türkçe’de bağlaç gibi. Nereden dönsek oraya bağlanıyor. (2)
Burada uzun bir nefes alalım. “Neden böyle?” sorusu havada uçuyor. Herkesin dilinde aynı kelime: enflasyon. Rakamlar zikirmatik gibi dönüyor kulakta. Temmuz 2025’te yıllık TÜFE yüzde 33,52, aylık artış yüzde 2,06 diye açıklandı. Biz o yüzde işaretinin ucunu markette etiğe değdirince gerçek oluyor zaten. Yani rakamlar tabloda durduğu gibi durmuyor. Özellikle okul döneminde, kırtasiye, giyim, servis üçgeninde hissediliyor. (3)
Peki çare ne? “Zincir marketten mi alalım, kırtasiyeden mi?” tartışması her evde var. Benim şahsi tecrübem yok ama etraftan duyduğum şu: bazı ürünler kalite olarak kırtasiyede daha güvenilir bulunuyor; bazı temel malzemeler ise zincir marketlerde kampanyaya girince cazip oluyor. Hatta bu sene BİM-A101 tarzı yerlerde kırtasiye haftası videoları bile dolaşıyor; aileler takvime bakıp “hangi hafta ne geliyor” hesaplıyor. Bu da dönemin mâlum ritüeli artık. (4)
Bir başka dev gider kalemi servis. Valla eskiden “çocukları sırayla bırakırız” diyen anne-babaların arabalarıyla kurdukları minik kooperatiflere denk gelirdik. Şimdi trafik, yakıt, zaman derken çoğu aile servise mecbur. İstanbul özelinde bakınca UKOME kararlarına göre tarifeler her yıl güncelleniyor. 2024-2025’in ikinci dönem tarifelerinde 0-1 km için aylık 2605 TL gibi rakamlar vardı; 2025’te yeni düzenlemeler ve 3 Şubat’tan itibaren geçerli fiyat tarifeleri duyuruldu. Temmuz 2025’te de “0-1 km 3159 TL olsun” gibi artış taleplerinin konuşulduğu haberler çıktı. Nihai rakamlar ilçeye, mesafeye, ek hizmete göre değişiyor elbette. Velhasıl, hesap makinesinin hafızası doluyor. (5, 6, 7)
Bir de gelir tarafı var. Asgari ücret, bir evin mutfağında çaydanlık gibi sürekli kaynayan bir konu. 2025 yılı için brüt 26.005,50 TL belirlenmişti. Netler, işveren maliyetleri ayrı denklem tabii. Ama şu bir gerçek ki maaş, kırtasiye ve servis üçgeninde hızlı eriyebiliyor. Bu satırlar hesap değil, dertleşme; yine de çerçeveyi bilmekte fayda var. (8, 9, 10)
Gelelim listenin içindeki görünmeyen kalemlere. Forma, spor ayakkabı, eşofman, uyku tulumu diyen anaokulları, kulüp aidatları diyen ortaokullar, “müze gezisi katkısı” diyen lise whatsapp grupları… Ustalıkla yönetilmezse, her biri birer damla olup bütçe kovasını taşırabiliyor.
Ben bu sene üç şey öneriyorum, kendi kendime de söz niyetine:
Bir: Listeyi ikiye böl. “İlk ay şart” ve “Ekimde olur” diye ayır. İyi bir kaplık şartsa al, ama kütüphaneye üyeliği bir sonraki ay da başlatabilirsin. Çocuk da çoğu zaman yeni kalemi ilk gün değil, ikinci hafta seviyor. İlk günler zaten tanışma, sınıfı keşfetme, teneffüste kimle seksek oynanır onu çözme derdinde.
İki: İkinci el ekonomisini küçümseme. Etrafta taş gibi okul çantaları, sapasağlam üniforma ve az kullanılmış ayakkabılar var. “Aman eski olmasın” diyen iç ses, bazen sırf fotoğrafa baksın diye konuşuyor. Çocuk için esas olan rahatlık; gösterişi konu yapmak çoğu zaman yetişkinin yükü.
Üç: WhatsApp sınıf grubunu erken sustur; bildirimleri kast etmiyorum, kalbini sustur diyorum. Orada erken panik başlar. Biri özel marka pastel boya alır; öteki uzaktan eğitim ihtimali olur diye ekstra kulaklık alır; diğeri “kırtasiyeci arkadaş indirim yaptı” diye 25’lik paket alır. Kendi hızında, kendi bütçende ilerle. Kalabalığın ritmi ile cüzdanın ritmi aynı olmayabilir.
Bir parantez de öğretmenlerimize. Onlar da liste yazarken bıçak sırtındalar. “Bunu yazsam pahalı olur mu” ile “yazmasam yeterince verimli işleyemez miyiz” arasında gidip geliyorlar. Öğretmenin istediği kalın kaplık, kimi çocuk için gün sonunda yırtılmayan kalkan; simit parası kadar masum, ama toplandığında aile için bir kalem daha. Bu yüzden listeler konusunda okulun şeffaflığı çok kıymetli. Her sınıfın kapısına “zorunlu” ve “önerilen” diye iki sütun asılsa mesela. Zorunlu olanların yanında makul muadillerin adı yazsa. Veli o listeye bakınca options menüsü görse. Ne güzel olur.
Kantin meselesi desen başlı başına roman. Fiyatlar uçtu kaçtı demeyeceğim, zaten biliyorsun. Çocukların öğle arası menüsünü haftalık planlamak gerçekten iş görüyor. “Pazartesi peynirli sandviç, salı ev poğaçası, çarşamba meyve günü” gibi. O gün meyve çantasından çıkan mandalinanın kabuğu sınıfta portakal çiçeği gibi kokar. Ha dersen ki “ben mandalinayı bu fiyata nasıl alayım” orası da ayrı bahis. Yine dönüp enflasyona, tarladan sofraya zincirin kırık halkalarına geliyoruz. Yazının başındaki gibi, bazı meseleler dönüp dolaşıp aynı yere bağlanıyor.
Bir de ulaşım ve güvenlik. Servis demek, içeride küçük bir mahalle demek. Şoför, hostes, öğrenciler, veliler. Herkesin birbirine bakışıyla yol güvenli olur olmaz. Çocuğun serviste oturduğu koltuk, yanında kimin olduğu, sabah kapıda bekleme rutini. Bizim buralarda hâlâ “şoföre günaydın demeden çocuk binmez” kuralı işler. Bu küçük ritüeller, büyük güven inşa eder. Ama tarife artışları olduğunda aynı mahallenin sükûneti bozuluyor. Velinin aklına şu sorular geliyor: “Peşin ödesek iskonto olur mu, kardeşe indirim var mı, mesafe nasıl ölçülüyor?” İstanbul’da belediyenin hesaplama uygulaması var, mesafeye göre ücret mantığını görünce tartışmalar bir nebze azalabiliyor. Yine de en güzeli, okul idaresi ile servis firmalarının veliyi bir masada toplayıp anlaşılır bir dille açıklama yapması. (11)
Kıyafet meselesinde de birkaç cümle. Formanın markası önemli değil diyen de var, “okulun logosuzunu kabul etmiyoruz” diyen de. Bir kere şunu unutmamak lazım: çocuk kendini içinde iyi hissetmiyorsa en kaliteli kumaş bile ruhuna batıyor. Bir beden büyük almak bazen hem bütçeyi hem hareket kabiliyetini rahatlatıyor. Özellikle büyüme ataklarının olduğu dönemlerde çocuk bir ayda yapraktaki damla gibi uzayabiliyor. Ayakkabıda ön parmak payı bırak, ama çok da bırakma ki teneffüste koşarken yalpalamasın.
Ders dışı etkinlikler. Koro, futbol, satranç, robotik, halk oyunları. Her biri çocuğun dünyasını genişletiyor, aynı zamanda her biri küçük küçük bir gider kapısı. Burada okul yönetimlerinin mahalle belediyeleriyle, halk eğitimle işbirliği yapması hayat kurtarır. Ücretsiz ya da sembolik ücretli atölyeler ailelerin yüzünü güldürür, çocuğun hayatına da çeşit katar. Bazen bir kil tabletinden yapılan küçük bir heykel, çocuğun içindeki hevesi yıllarca ayakta tutar.
Biraz da okul yılının ruhundan konuşalım. Açılış günü, sınıfın kapısında önlüğüyle duran öğretmen, “Hoş geldiniz çocuklar” dediğinde bütün o kırtasiye kavgası, servis hesabı, forma pazarlığı bir anlığına susar. Çocuk içeri girer, ayrılık anı uzarsa anne babanın gözü kapıda kalır, gözün nemi içeri düşer. Sonra yavaş yavaş hayat normal akar. Birinci haftanın sonunda evdeki masa “kâğıt ve ödev” adasında dönüşür. İkinci haftada veli grupları hararetini artırır: “Öğretmenim, kaplık ölçüsü kaçtı?” Üçüncü haftada servis güzergahı oturur, “müsait bir yerde inecek” şakaları başlar. Dördüncü haftada beden dersinin topu evi bulur, salon avize altına park etmiş bir futbol sahası olur.
Takvim ilerledikçe ara tatil yaklaşır. Bu sene birinci dönem ara tatili 10-14 Kasım haftası diyorlar. Çocuk için nefes, veli için “tatil mi ödev mi” ikilemi. Yarıyıl da ocak sonunda başlıyor. Kış tam ortasında, herkes bir battaniye gibi yorgunluklarını katlayıp rafa koymaya çalışıyor. İkinci döneme gelince ilkbahar kokusu, sınavlar, yıl sonu gösterisi. Takvimi bilmek iyi, çünkü bütçeyi ona göre soluklandırıyorsun. Bir ay kırtasiye, öbür ay servis peşinatı, sonraki ay etkinlik masrafı. Alışverişi, takvimle konuşa konuşa yapınca daha az yoruluyor insan. (12)
Peki bütün bunlar olurken en çok neye dikkat edelim? Ben diyorum ki, çocukla konuşmaya. Onu bir tüketici gibi değil, evin küçük karar ortağı gibi dinlemeye. "Bu kalemi niye istiyorsun" diye sormak yargılamak değil, merak etmek. Kimi zaman göreceksin ki istediği kalem dışarıdan metalik ve havalı olduğu için değil, sınıftaki bir arkadaşınınkiyle aynı olduğu için. “Aynılık” sosyal bir kalkan bazen. O zaman aile olarak, bir iki yerde “tamam alalım” deyip başka bir iki yerde “gel muadilini bulalım” demek daha kolay oluyor.
Bir de paylaşma meselesi var. Kıyafeti küçülen, çantası sağlam kalan, kitaplığı dolan ailelerin birbirine omuz vermesi. Mahallede küçük bir “okula dönüş takas günü” yapsak mesela. İlkokuldan liseye herkese ayrı masa. İsim yazmak yok, etiket yok, haysiyet kırıcı hiçbir şey yok. Sadece kocaman bir “al götür, lazım olana ver” kültürü. Bu memlekette hâlâ kapıya bırakılan bir kap sulu yemeğin, komşuya bir tencere çorbanın yüz güldürdüğünü gördük. Neden çantaya, deftere, ayakkabıya sıra gelmesin.
Bütün bu konuşmalar, elbette büyük resimdeki ekonomiden bağımsız değil. Temmuz 2025 verileri, asgari ücret kararları, belediyelerin servis tarifeleri… Her şey finalde evin mutfağına yansıyor. Yine de şuna inanıyorum: iyi plan, sade liste ve birbirine tutunan aileler bize nefes aldırır. Listeyi bu hafta bitir, ama her şeyi bugün alma. En lazım olanları al, diğerlerini ikinci haftaya yay. Çocuğun da bu planlamanın bir parçası olmasına izin ver; bu, ona paranın değerini öğreteceği gibi, israfın da ne olduğunu gösterir.
Öğretmenlerle iletişimi olabildiğince açık tut. Bir kalemde zorlanıyorsan söyle. Çoğu öğretmen sınıftaki imkân eşitsizliğini kapatmak için görünmez kahramanlar gibi uğraşıyor. Bazen depodan çıkan bir avuç pastel boya, bazen geçen seneden kalan bir dosya kabı sınıfın ortak malı oluyor. O küçük jestler bütçeyi kurtarmıyor belki, ama kalbi büyütüyor.
Servisle anlaşırken sözleşmeyi iyice oku. Mesafe ölçümü, güzergah, gecikme durumları, ek hizmetler. Büyük harfle yazılan cümlelerden korkma, sor. “İptal edince iade nasıl olur” meselesini baştan konuş. İnsan iptal etmeyi düşünerek sözleşme yapmıyor ama hayat bu, planlar değişebiliyor. Belediyenin duyurduğu güncel tarife mantığına bir göz at; kafandaki soruların bir kısmı orada cevap buluyor. (13)
Kırtasiyede ise kalite-fiyat dengesini elinle tart. Çok parçalı setler cezbedici oluyor ama içinden kullanılmayacak malzeme çıkınca aslında pahalıya geliyor. 36’lı boya yerine 12’li ama iyi bir markayı almak bazen daha akıllıca. Defterde gramaj, kalemde uç kalınlığı, silgide iz bırakıp bırakmaması… Bunlar küçük detay gibi duruyor; ama dersin ortasında silgi iz bırakınca çocuğun motivasyonu etiket fiyatından daha ağır geliyor. Yine de son karar kalbinle cüzdanın ortak toplantısından çıksın.
Yazıyı tam burada, akşamüstü ışığı mutfak masasının üzerine vururken bitiriyorum. Listem iki sütuna ayrılmış, “hemen” ve “sonra” diye. Servis sözleşmesini e-postada yıldızlı klasöre koymuşum. Formayı bir beden büyük almayı aklıma yazmışım. WhatsApp grubunun bildirimlerini sessize almışım. Bir de küçük post-it var buzdolabında: “Bu hafta bir arkadaşınla takas et.” Kırtasiyeden artan bir kalem, komşunun çocuğunun yüzünde gülümseme olabilir.
Biliyorum, okullar açılınca hayat hızlanacak. Ama hızın içinde sakince yürümeyi öğreniyoruz hepimiz. Çocuklarımıza da bunu öğretebilsek ne âlâ. İlk gün, sınıf kapısında el sallarken içimizden “hayırlı olsun” demek gibi, bütçemize de “kolay gelsin” demeyi öğreniyoruz.
Ve, seni şuna davet edeyim: Bu sene bir defter de kendin için al. Çok pahalı olmasın. Kapak sade olsun. İçine okul alışverişi listelerinden çok, küçük küçük teşekkür notları yaz. “Bugün öğretmen en sevdiği kitabı anlattı, iyi ki.” “Servis şoförü kapıda bekledi, sağ olsun.” “Kırtasiyeci üç kuruş indirdi, var olsun.” O defterin sayfaları bittiğinde, çocuğun da senin de içinde güçlenecek bir sabır kalacak. Belki de bir sonraki sene listeye daha hafif bir kalple bakacaksın.
Zil çalınca sadece ders başlamaz. Evde yeni bir düzen başlar. Mutfakta yeni bir takvim asılır. Cebimiz üşüse de kalbimiz ısınır. Çünkü çocukların okul yolu, bizim de içimizde bir şeyleri tazeliyor. Defter sayfası gibi. Her sayfa yeni bir ihtimal. Her satır yeni bir sabır.
Hadi şimdi, listeyi katlayıp buzdolabının altına mıknatısla tuttur. Çayı tazele. Kendine küçük bir pay ayır. Çünkü sen iyi olursan bu düzen daha kolay kurulur. Çocuğun gözünden kaçmıyor zaten; senin gülümsemeni duyuyor. Zil çalacak, kapı açılacak. Biz yine birlikte düşünecek, birlikte gülecek, birlikte iç çekeceğiz. Ve her şeye rağmen, sınıf kapısının eşiğinde aynı sözü fısıldayacağız: “Kolay gelsin bütçem, hoş geldin okul.”
Son söz: Zil çalar, cüzdan üşür ama umutlukta çay hep sıcaktır. Bir yudum al, devam edelim.