Tüp Cipsin Dönüşü

Rafların üstüne doğru uzanan o karton tüpü hatırlarsın. Kapak açılınca çıkan tıkırtıyı, ilk cipsin burnuna düşen o ekşi kremalı kokuyu, iki parmağın arasına sıkıştırdığın dilimlerin sessiz çığlığını… Uzun zamandır yoktu. Vardı da yoktu. Varla yok arası bir memleket hissi gibiydi. Sosyal medyada bir fotoğraf patladı, “geri döndü” dediler. Üstelik 330 liraya. Aynı gün birkaç haber sitesinde “yeniden raflarda” diye yazılar döndü. Şaşkınlık, sitem, öfke ve nostalji aynı tüpte buluştu. Hem “oh be” diyen oldu hem “bu fiyata alınır mı” diye soran. Biz de oturduk o tüpün başına, memleketin halini, cebimizin nabzını, damaklarımızın hafızasını konuştuk. Çünkü bazen bir cips sadece cips değildir, bir ülkenin aynası olur. Bu arada not düşelim, 11 Ağustos 2025 akşamı itibarıyla “330 TL etiketle döndü” başlıkları gerçekten haberle dolaşıma girdi, görmeyenler için dursun burada. (1, 2, 3)

Şimdi önce hafızayı kurcalayalım. Bir yandan “çekildi” söylentileri, öte yandan “çekilmedi, tedarikte aksamalar oldu” açıklamaları. 2023 sonbaharında raflar boşalınca memlekette söylenti çok, net söz azdı. Bir yıl sonra, 2024 Ağustos’unda “Türkiye’den çekilmesi söz konusu değil, ithal ürün olduğu için geliş süreçlerinde zaman zaman aksaklık yaşanıyor” tarzı cümleler gazete sitelerinde dolaştı. Bu da bir çeşit memleket masalı. Ne çekildi ne çekilmedi, arada kaldı. Eline geçen aldı, geçmeyen videolara, ekran görüntülerine baktı. Bizim kuşak bunu bilir. Bir şeyin kendisinden önce söylentisi gelir, kokusu yayılır, fiyatı konuşulur, sonra belki ürün gelir, belki de sırf konuşulmuş olmakla yetiniriz. 2025 yazına geldiğimizde ise fotoğraf var, etiket var, rafta tüp var. Cümle tamamlandı gibi. (4)

Fiyat meselesi kılçık gibi boğazda. 165 gramlık bir tüpün 330 lira olduğu iddiası, hepimizin cebine bir hesap makinesi kurduruyor. Gram başına iki lira. Dilden düşmeyen karşılaştırmalar da burada. “Almanya’da 2,5 euro, İngiltere’de 2,5 pound” diyen listeler dolaştı. Rakamlar kulağımıza çalındı. Ama burada kuru döviz çevirmeden önce tezgaha, pazara, hayatın toplam maliyetine bakmak gerek. Biz bugünün mutfağında güneş doğunca değişen etiketlerle yaşıyoruz. Şeker sabah başka, akşam başka; süt sabah başka, akşam başka. Bir cips tüpü elbette sadece bir cips tüpü değil. O tüp taşımacılığın mazotunu, bandrolün ücretini, gümrüğün puslu havasını, marketin ışığını, kasanın bip sesini ve kasiyerin yorgun bakışını da içinde taşıyor. Yine de rakamları tarafsız bir not gibi bırakayım ki yazı bütünsün: 2025 Ağustos’unda “Türkiye 330 TL, Avrupa’da 2 ile 3 euro arası” kıyasları haberlere düştü. Rakamın duygusu bize ait, çıplak hali orada dursun. (5)

Gelelim damağın hafızasına. Anadolu’da bir lezzet bir kere yer edindi mi kolay kolay gitmez. En Z kuşağı olanımız bile çocukluğunun bir yerinde o tüpün kapağını ayraç gibi kullanmıştır. Misafirliği kısa tutmak isteyen teyzelerin, “Al iki tane ye, çikolata da var dolapta” cümlesinin yanına bazen bir tüp cips yerleştirilirdi. Ev ahalisi misafirin elindeki tüpü görünce göz temasıyla anlaşırdı. “Bu aslında pahalı sayılır, birer ikişer yesek iyi olur.” Misafir “ay yok doyumluk değil atımlık” der, tüpten bir çiçek gibi dilimler açılırdı. Yutkunmaların sese dönmediği ekonomik anlaşmalar böyle yapılırdı.

Sonra bir gün yok oldu, ya da varlığı azaldı. Bakkal Mehmet “gelmiyor abi, gümrükte takılıyor herhalde” dedi. Market görevlisi “abi siz biliyorsunuz, fiyat her geldiğinde farklı, millet dönüp bakıp gidiyor” dedi. Gençler TikTok’ta Almanya reyon videoları paylaştı. Yetişkinler “bizim gençliğimizde televizyonlarda kampanyası olurdu” diye hatıra anlattı. Yani bu tüp, sadece bir atıştırmalık değil; ortak bir zaman makinesi. İçinde 90’ların televizyonları, 2000’lerin hiper marketleri, 2010’ların e-ticaret sepetleri, 2020’lerin enflasyonlu sabahları var. Şimdi 2025’te dönüp baktığımızda gördüğümüz şey, tüpün tek başına geri dönmesi değil, bu kolektif hikâyenin bir kez daha rafta “ben buradayım” demesi.

Peki 330 lira nedir? Asgari ücret hesabında, bir çocuğun harçlığında, bir öğrencinin aylık paket programında, bir memurun cuma akşamı kaçamak paydosunda bu rakamın ağırlığı nedir? Tuba, Karaman’dan yazıyor, “Oğlana söz verdim, sınavdan sonra alırım dedim, girdik markete, içim titredi, bir de yanında gazoz istedi, kasada gözlerim ıslak” diye anlatıyor. Gaziantep’te bir baba “Hanım, bu tüpü bayramlarda açalım” diye şakalaşıyor. Bursa’da bir üniversiteli “Arkadaşlar, kişi başı 4 dilim düşüyor, herkes payını bilsin” diye dalga yollu ciddileşiyor. Mizah demek, gerçekliğin dayanılmaz ağırlığını taşımak için bulduğumuz en güzel yöntem. Gülüyoruz, çünkü pahalı. Gülüyoruz, çünkü özledik. Gülüyoruz, çünkü aslında sinirliyiz.

Memlekette her pahalı şey lüks, her lüks şey günah, her günah şey biraz cazibe taşır. Pringles da öyle bir şeye dönüştü. Bunu anlayalım. Kimse ekmeğini, yağını, çocuğunun defterini feda edip tüp cipse saldırmıyor. Ama bazen bir tüp cips, günün ağırlığını hafifletmek için alınmış bir küçük ödül. Bazen başardığın bir şeyi kendi kendine kutlamak. Bazen “ben de varım” demenin çocukça hali. Bazen hiçbiri, sadece canın istemiştir. İnsanız ya, canımız bir şeyler ister. İsteğin de ekonomisi var, psikolojisi var, sosyolojisi var.

Bir de yerli yabancı meselesi. Raflarda cips yelpazesi geniş. Yerli üreticiler var, çok daha uygun fiyatlar var. Başka markaların benzer tatları var. Bazıları hakikaten iyi. Anadolu’da “bizim patatesin tadı başka” diyenler haksız değil. Fakat tüketici davranışında sadakat ve hatıra payı büyük. İlk gençlik yıllarında tadına baktığın bir lezzet, yıllar sonra karşına çıktığında cebinden önce çocukluğunun cebi açılıyor. Bu yüzden geri dönüş cümlesi bu kadar yankı buldu. “Yıllar sonra raflarda” lafına bile sosyal medyada bir karşılık oluştu. Zaten 2024’te şirket tarafı “çekilmedik, tedarik aksıyor” mealinde konuşurken de işin psikolojisi bambaşkaydı. Ürün var ama yok, göz görmeyince gönül razı olmuyor. 2025’te fotoğrafı görünce gönül bir an razı oldu. Sonra kasa fişi geldi, gönül azıcık kırıldı. Hayat böyle bir şey. (6)

Bir de büyük resim: Markanın arkasındaki şirketler konuşuldu. Geçen yıl “Mars, Kellanova’yı satın alacak” türünden uluslararası haberler vardı. Bizim mahalle bakkalının tezgâhına uzak gibi görünür ama aslında zincirin bir halkası. Dünyadaki satın almalar, birleşmeler, lojistik kararlar, ambalaj dönüşümleri, hepsi küçük rafımızın fiyat etiketine fısıldıyor. Şirketlerin raporlarındaki marjlar, bizim soframızdaki porsiyonları etkiliyor. Dünya ekonomisi uzak değil, tam yanı başımızda. Bir markanın üretiminden dağıtımına kadar geçen yol, en sonunda kasiyerin “poşet ister misiniz” sorusunda düğümleniyor. (7)

Neyse, biz yine mutfağa dönelim. Evde mısır patlatma kültürü, fırında kabak çekirdeği kızartma geleneği, tandırdan çıkan sıcak ekmeğin arasına domates basma mutluluğu… Atıştırmalık dediğimiz şey sadece paket değil. Anadolu’da “çayın yanına bir şey” deriz. O bir şey bazen üzüm, bazen incir, bazen ev kurabiyesi, bazen komşunun getirdiği sıcak börek. Tüp cipsin geri dönüşü, bu yelpazede sadece bir renk. Ne eksiğiz ne fazla. Bir tat daha var, canı isteyen alır, istemeyen almaz. Fakat kabul edelim, bizim gibi tüketici psikolojisi dalgalı toplumlarda bu dönüşler sembolik. “Yine geldim” diyen her marka, biraz da “bakın dünya ile bağımız kopmadı” duygusunu okşuyor. Hele ki sosyal medya çağında, bir fotoğrafla memleketin nabzı ölçülür oldu. “330 TL” yazılı etiketin ekran görüntüsü, bir ekonomi muhabiri kadar konuşuyor. (8)

Şimdi düşünelim. Bir akşamüstü markete girdin. Sepette süt, yumurta, makarna. Kasanın sağında o tüp duruyor. İçinden bir ses “bu ay çok yoruldun, al bir tane” diyor. Diğeri “dur, evde çocukların ayakkabı işi var” diye fısıldıyor. İkisi de haklı. Bütçende küçük mutlulukların alanı daralmış olabilir. Elini uzatıyorsun, sonra geri çekiyorsun. Belki de şu: “Arkadaşlarla haftaya maç izliyoruz, o güne saklayayım.” İnsanın kendine verdiği sözler, tüp cipsin kapak sesiyle yarışıyor. Kapağı açtığında bir anda çocukluğunun balkonuna çıkıyorsun. Mahallede top sesi, anneden “üstüne bir şey giy” uyarısı, televizyonun cızırtısı. Bir dilim cipsin aralığına bunlar sığabiliyor. Bu yüzden de fiyat konuşulsa da bazen anılar kazanıyor.

Peki bu fiyatla kim alır? Çok insan almaz, alabilen alır, bazısı “bir kere” der, bazısı “özel güne” saklar, bazısı da “bana göre değil” deyip geçer. Bu tercihlerin hepsi saygıdeğer. Fakat şu tespiti koyalım: Gıda enflasyonuyla boğuşan bir ülkede ithal bir atıştırmalığın bu seviyede fiyatlanması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, yine de geniş bir kitle tarafından konuşulması. Konuşuyoruz çünkü ekonomik duygularımız ortak. O tüpün fiyatı senin cebinin ve benim cebimin gizli anlaşmasını ifşa ediyor. “Biz yorulduk” diyor cebimiz. “Biz yine de küçük bir tat istiyoruz” diyor gönlümüz. İkisi bir araya gelince dilin orta yerinde tuz kalıyor.

E hadi hesabı oyunlaştıralım. Diyelim ki bir tüpte yaklaşık 80 ila 90 dilim var. Bu, tamamen kişisel gözleme dayanan, ev halkının “sayma” merakından çıkma bir aralık. Bir dilimin maliyeti kabaca 3 ile 4 lira arasında geziniyor diyelim. Yine kabaca, mahalle çay ocağında bir bardak çayın iki katı. Çayın yanında bir dilim cips. Matematik bile duygusal. Bu hesaba bakıp “değer mi” diye sorarsın. Belki evde patates kızartması yapmanın daha ekonomik olduğu sonucuna varırsın. Belki de “benim çocukluğumun tadı, bazen fiyattan büyük” der, alırsın. İkisi de insanın kendine verdiği cevaplar. Bu noktada kimse kimseye öğüt veremez. Zaten ekonominin en çok kızdırdığı şey, başkalarının cüzdanına yapılan nasihat.

Bir parantez de marketlere. Son dönemlerde bazı zincirlerde ürünlerin gel-gitini görür olduk. Bazen stok geliyor, bazen çekiliyor. Lojistiğin aşkı yok. Kamyonların duygusu olmaz. Gümrük kapısının memleket hüzünleriyle işi yok. Ama kasada duran gencin, reyon düzenleyen kadının, bakkal tezgahının bir yorgun nefesi var. O nefes bize bazen “abi bugün yok” diyor. Bazen “abi geldi ama fiyatı yükseldi” diyor. Bu cümleler artık günün ritmi. Bu ritme bir de tüp cipsin girişi eklendi. Müziğin tonu değişmedi, sadece yeni bir enstrüman katıldı.

İşin bir de etiket estetiği var. Bir ürünün kutusu, kapağı, tipografisi hafızaya kazınır. Pringles’ın tüpü de öyledir. O gülen yüz, o kırmızı zemin, o belirgin yazı, her market rafında gözümüzü çağırır. Pazarlama budur. Bizim evde bile boş tüpler kalemlik olurdu. Bir ara çocuklar o tüplerden mini davul yapmıştı. Boş ambalajın dönüştüğü her iş, fiyatın içe sindirilmesinin küçük bir bahanesi. “Boşaltınca kalemlik yaparız” cümlesi bir ekonomik gerekçedir. İnsan psikolojisi böyle kurnaz ve şefkatli.

Şimdi soralım: Bu dönüş kalıcı mı? Yarın yine “stok yok” tabelası görür müyüz? İthal ürünlerin serüveni memlekette mevsimlik gibidir. Bir gelir, bir gider. Bazen rüzgar, bazen lodos. Bazen kur artar, bazen düşer. Bazen gümrükte bir evrak takılır. Hepimiz artık tedarik zincirinin hariciyecisi olduk. Global tedarik, yerel duygu. Markanın küresel kararları, bizim bakkalın teşhir rafını belirliyor. O yüzden “geri döndü” cümlesinin altını kurşun kalemle çizelim. Sert kalemle çizince silmesi zor olur. Kurşun kalemle çiz ki hayatın kendisi gibi hafif bir muğlaklık kalsın. Zira daha geçen yıl “çekilmedik” denmişti. Bu yıl “geri döndü” deniyor. İkisi de aynı zamana sığabiliyor. Memleketin dilinde bu mümkün. (9, 10)

Bir başka açıdan bakınca, bu tubasallık, yani tüpte olma durumu da ilginç. Ambalajın kendisi bir kalite hissi veriyor. Tüpte olunca insan “dilimler kırılmamış, özenle dizilmiş” gibi bir duyguya kapılıyor. Bu, tüketiciye saygı hissi. Aynı zamanda premium algısı. Bizde premium demek, “iyi günde alırım” demek. İyi gün de bazen bir cumartesi akşamı. Bazen misafirin geleceğini duyduğun bir pazar öğleden sonrası. Bazen bayramın ikinci günü. Bu küçük ritüeller, aslında hayatı sürdüren bağlar. İnsan, küçük sevinçlerle büyük yorgunlukların üstesinden gelir.

Ekonomistler anlatır, “gelir esnekliği” vardır. Gelir artınca lüksün payı artar, düşerse azalır. Fakat bir de “hatıra esnekliği” var bana kalırsa. Hatıra artınca bazı lükslerin payı artar. Hatıranın kurunda düşüş olmaz. Babanla ilk kez izlediğin maçta o cipsi yemişsen, yıllar geçse de bir gün aynı tadı o günle birlikte almak istersin. İşte bu yüzden dönüş haberleri tık alıyor. “Herkes buna mı bakıyor” deme. Evet, bakıyor. Çünkü herkesin içinde küçük bir çocuk var. O çocuk bazen kalemlik yapmak için tüp arar. Bazen de “kapağını bana ver” der.

Bir de bu tartışmanın sosyal eşitlik tarafı var. Kimi için 330 lira, “kahve zincirinde iki içecek” demek, kimi için “haftalık pazar payı eksik olsun” demek. Bu farkı kabul etmek, birbirimizi yargılamadan konuşmanın anahtarı. “Alan alsın, almayan almasın” kolay cümlesi bazen kırıcı. Asıl mesele şu: Hepimizin ortak mutfağında yangın var mı yok mu? Varsa niye var? Tüp cips bunun görünen yüzü. Görünmeyen yüzde kira, enerji, eğitim, sağlık var. Küçük tartışmalar bizi büyük tartışmalara hazırlar. O yüzden bu yazıyı sadece bir markaya indirgeme, memleket hikâyesi olarak oku.

Ha bir de “yurt dışında şu kadar” kıyası. Elbette bakılır. Bakmakta ayıp yok. Dünya köy oldu. Fakat kıyas yaparken sadece kurla oynamak da hakikatin yarısı. Oradaki alım gücü, buradaki maaş, oradaki vergi, buradaki işletme gideri… Hepsi bir denklem. O denklemin içinde bir dilim cipsin payı küçük. Ama şunu da bilelim, küçük paylar birleşince koca hayat çıkıyor. Bugün cips, yarın peynir, öbür gün yoğurt, sonraki gün domates. Dört küçük parça bir araya gelince kocaman bir bütçe konuşuyor.

Günün sonunda şunu söyleyeyim. “Geri döndü” cümlesi kulağa her zaman umut gibi gelir. İnsan bir şeylerin dönmesine sevinir. Sevdiklerin döner, yağmur döner, turnalar döner. Bazı lezzetler de döner. Biz dönen her şeye bir tür “hoş geldin” demeyi biliriz. Ama kapı eşiğinde küçük bir pazarlık da yaparız. “Hoş geldin, ama yavaş gel.” “Hoş geldin, ama bütçeme göre gel.” “Hoş geldin, ama komşunun gönlünü de kırma.” Tüp cips memlekete yine geldi. Biz yine selam verdik. O da kapağını tık diye açtı. İçinden çıkan koku eski, etiket yeni. Eski kokunun huzuru, yeni etiketin sızısı. İkisini de taşıyoruz.

Belki bu yazıyı okuyanlar ikiye ayrılır. Bir grup “alırım, bazen alınır” der. Diğer grup “alma, alma” der. Herkes kendi doğrusunda haklı. Benim derdim şuydu: Bazen bir ürün geri döndüğünde, arkasından büyük hikâyeler de döner. Bizim mahallenin bakkalından dünyadaki satın almalara, sosyal medyadaki fotoğraflardan kasadaki bip sesine kadar uzanan bir zincir bu. Zincirin her halkası bir insan. Kasada “poşet ister misiniz” diyen sesin arkasında da bir hayat var, tüpü alıp çocuğuna sürpriz yapan annenin gözlerinde de.

Bir gün belki fiyatlar hafifler, tüpler eskisi kadar sık görünür, biz de “hatırlıyor musun 2025’te 330 liraydı” diye gülümseriz. Bir gün belki başka bir lezzet gelir, hepimiz onun peşine takılırız. Ama bildiğim bir şey var. Bu topraklarda bir şey geri döndüğünde, biz onu önce koklarız, sonra dinleriz, sonra cebimize bakarız, en sonunda da sofraya kabul ederiz ya da nazikçe uğurlarız. Geri dönmek bir nimettir, kabul görmemek de bir ihtimal. Hayat gibi.

Yazının başında söylediğim gibi, bazen bir cips sadece cips değildir. O tüp, memleketin başka bir tüpünü hatırlatır. Şişedeki zeytinyağı, kavanozdaki salça, tenekedeki peynir, pet şişedeki su. Ambalajın şekli değişir, derdi aynı kalır. Biz iyi günlerde daha çok paylaşırız, kötü günlerde daha çok güleriz. Ağzımızın tadı kaçmasın diye bazen pahalı bir lezzete uzanırız, bazen evdeki basit bir tarife sarılırız. Hepsi biziz.

Ve evet, konu kapanmadan bir bilgi notunu yine iliştireyim. Dönüş iddiaları haberlere, fotoğraflara yansıdı. Farklı siteler fiyat etiketini gördüklerini yazdı. “Geçen yıl çekilme yok” açıklamalarını da hatırladık. Son söz şu olsun: Raflar değişir, etiketler kararsızdır, damak hafızası inatçıdır. Memleket de inadını sever. Bu inat bazen bize pahalıya patlar, bazen bizi ayakta tutar. Bugün tüpte cipsin dönüşünü konuşuyoruz. Yarın belki bir başka küçük şeyin büyük manasını. Çünkü biz, küçük şeylerde büyük anlam bulan bir halkız. Bu da bizim gücümüz.

Kapak kapanır, tık sesine bir alkış daha. Kim bilir, belki bu yazıyı okurken bir dilim aldın, belki de mutfağa gidip patates doğradın. Her iki durumda da afiyet olsun. Geri dönen her şey tadını sana göre bulsun.

Not düşelim, haberciler “yeniden rafta ve 330 TL” dedi, fiyat kıyası yapanlar listeler döktü, “çekilmedik, tedarik aksıyor” diyen cümleleri de anımsadık. Bilgi, hafıza ve damak bir arada dursun diye burada da dursun. (11, 12, 13, 14)

Yorum Gönder

Blog içerisinde minimum hatta hiç görsel kullanmamaya özen gösteriyorum, dikkat dağıttığına inanıyorum. Yazılarımda amacım sizlerle sohbet etmek, dahil olmak isterseniz yorum bırakmanızı rica edeceğim, mutlaka cevaplıyor olacağım, kendinize iyi davranın...

Daha yeni Daha eski