Telefonunun titremesiyle uyanıyorsun. Saat daha yedi olmamış, kedin bile gözünü yeni açmış, mutfaktan çaydanlığın ilk hafif fısıltısı geliyor. Ekranda görünen ad tanıdık: Apartman Grubu. Birkaç zil sesi, üst üste düşen bildirimler, sonra sustu sanıyorsun, tam gözlerini ovarken yeni bir fotoğraf daha beliriyor. Biri çöp poşetlerini yanlış saate bırakmış, girişte koku yapmış, güvenlik kamerasından alınmış çözünürlüğü düşük bir görüntü, piksel piksel utanç. Altına dizilen yorumlar, emojiler, parmak uzatan işaretler, araya sıkışan bir gülücük. İşte tam burada anlıyorsun, modern şehir hayatının en sessiz görünen gürültüsü, parmak ucunla taşıdığın bir dünya: komşuluğun yeni meydanı, WhatsApp’ın küçük yeşil kapısı.
Eski mahallenin kapısını tıklatan parmaklarla bugünün mavi tikleri arasında ince bir ip var. O ipi her gün biraz daha geriyoruz. Annelerimizin balkonlardan birbirine uzattığı sepetlerin yerini linkler aldı, kapı önüne bırakılan bir tabak aşurenin yerini GIF eşliğinde gönderilen iyi dilekler. Sen yine de bilirsin, bir tabak aşurenin buzdolabında kapladığı yer kadar ağırdır bir iyilik, bir dileğin emojide hafiflemesi insana garip bir boşluk bırakıyor. Ama kabul edelim, bu gruplar bizi bir arada tutuyor, aynı asansöre biniyoruz, aynı merdivenden iniyoruz, aynı yağmur suyuna basıp aynı köşeyi dönüyoruz. Arada biri kaybolan kargo paketini soruyor, bir başkası gece üçte çalışan matkabın hesabını. Herkesin anlattığı ayrı bir hikaye, herkesin sesi aynı odada. Kiminin sesi kısık, kiminin parlıyor, bazısının sinirleri yüzeyde, bazısının sabrı derinde.
Grubun kadrosu hazır. Emine teyze var, her sabah selam verip günün duasını yazıyor. Kimse itiraz etmiyor, kimi amin yazıyor, kimi sadece kalp bırakıyor, kimi de okumadan kaydırıyor ama içinden adıyla o selamı alıyor. Yasin abi var, park yerine üç saniye geç park edenin fotoğrafını atmayı görev bellemiş. Kullanıcı adındaki ünvanını her mesaja ekleyen Ahmet bey var, yönetici sıfatı okumadan bile anlaşılıyor, cümlelerindeki ölçü endazeden. Ayça Hanım var, her şeyi nazikçe soruyor, ama nazik sormasının altında ölçüp biçen bir dikkat yatıyor. Bir de Mert bey var, gecenin ortasında uzun sesli mesajlarıyla bir operaya dönüştürüyor grubu, konuya nereden girdiğini anlamıyorsun, sonunda kızını anaokulundan alırken yaşadığı bir olayı anlatmış oluyor. Bu karakterlerin toplamı sensin aslında, bazen sen de bir fotoğraf çekip koyuyorsun, bazen cevap yazmayıp okundu bile yapmıyorsun, çünkü bilirsin, bazı cümleler mideye oturur, mavi tiki bile açmaya çekinirsin.
Bildirim sesi, yan komşunun kapı ziline karışan o tanıdık tıkırtı gibi. Sızıyor yaşamına, çorban kaynarken, çocuğun ödevine bakarken, TV’de haberler dönerken. Sessize almak bir çare gibi, ama tamamen sessizleştirince bu kez olan biteni kaçırma endişesi doğuyor. Acil bir durum olur, yangın çıkar, su patlar, birine yardım gerekir diye düşünüyorsun, sessizliğin içinden kulağını açık tutuyorsun. Konuşmanın ritmi bir türlü oturmuyor. Arada bir akşamüstü saatlerinde gruba tatlı bir halı yıkama siparişi atılıyor, ertesi sabah erken saatlerde balkonlardan gelen pişirme kokularına eşlik eden bir mesaj düşüyor, “soğan kokusu bütün kata yayılmış, lütfen aspiratörü çalıştıralım.” Mesajın sonuna gülücük eklemiş ama o gülücüğün içinden ince bir sitem sızıyor. Yazı dili, tonun bütün gölgesini üzerine çekiyor, nokta mı koyalım, ünlem mi, yoksa üç nokta mı bırakalım, her birinin başka bir tartısı var. Bir ünlem bazen beş komşuyu ayağa kaldırıyor, üç nokta geçen yılki tartışmayı hatırlatıyor.
Modern mahallenin ritüelleri de var. Kandillerde toplu iyi dilekler, bayramdan önce kurban eti dağıtımı planı, Ramazan’da sahurda gürültü yapmayalım ricaları. Salonun köşesine kurduğun küçük çalışma masasında gece yazı yazarken birden asansör arızası bildirimi geliyor, resmen site içi haber ajansı gibi çalışıyor grup. Belediyeden duyurular, su kesintisi saatleri, merkezi ısıtma açılış tarihi, ilaçlama günleri. Bu parçalı duyurularla evini kuruyor, gününü planlıyorsun. Belki apartman toplantısına katılmaya eriniyorsun ama grupta her şeyi takip ediyorsun. Yine de bazı akşamlar birilerinin inceldiği yerden kopuyor. Bir konudan girilip öbüründen çıkılıyor, aman başa dönelim diyen de çıkıyor ama çoktan üç kişi kırılmış, ikisi özür bekliyor, biri çekilmiş köşeye. O sırada bir başkası kapıda kalmış kargoyu soruyor, bir diğeri kaybolan bisikletin peşine düşüyor, bir diğeri de “çocuklarımın fotoğraflarını gruba atmayalım lütfen” diye bir hatırlatma yapıyor. Hepimiz aynı evin koridorlarında dolaşıyoruz, bazen kendi gündemini dünyanın gündemi sanıyorsun, işte ironi tam burada başlıyor.
Görsel kültürün kabarması ayrı hikaye. Bir sticker furyası var ki, duvarlara basılmış afiş gibi. Kimi sevimli, kimi hafif iğneleyici, kimi de bilmeden kırıcı. Bu kadar görselin içinde kelimenin ağırlığı da değişiyor. Babamızın “hadi bir selam al” dediği o belli belirsiz öğüt, şimdi thumbs up ile tamamlanıyor. Emine teyzenin gözünde belki o parmak bir duaya karşılık geliyor, Mert beyin ekranında ise sadece bir geçiştirme. Dijitalin kendine özgü anlam katmanları var ve biz, Anadolu’nun bütün mahalle terbiyesiyle o katmanları çözmeye çalışıyoruz. Bazen çözüyoruz, bazen ters köşe oluyoruz. Bir kalp emojisi, “haklısın” manasına gelebilirken bir başkasında “okudum, geçtim” anlamına geliyor. O yüzden sohbetler sık sık ara başlıklara bölünüyor, bir anda evcil hayvan besleme tartışmasına, oradan çocukların oyun saatlerine, oradan da bahçeye sandalye bırakmaya bağlanıyor.
Peki tüm bu gürültünün içinden çıkan iyi şeyler yok mu? Var, hem de çok. Gece yarısı ambulans gerektiğinde, “hanginiz inebilirsiniz” denildiğinde kaç çift terlik koridoru aşmadı ki. Kayıp bir anahtar bulunduğunda, yabancı bir araç kapının önünü tıkadığında, merdivende düşen bir yaşlıya kol olmak gerektiğinde o grup bir anda tek bir ses oluyor. Bir gün başka bir kapıdan gelen çorbanın bu defa dijital bir teşekkürle karşılandığını görüyorsun, ama bil ki o çorbanın asıl buharı kapı aralığından yayıldı. İşte bu ikilik, hayatın her yanına serpişmiş: bir yanda yüzyıllık komşuluk kodları, öte yanda saniyelik mesajlaşma hızı. Birini ötekine yamamaya çalışıyoruz. Yamalar bazen sırıtır, bazen sağlam tutar.
Grup içinde diplomasi kuralları yazılı değil ama hepimiz hissediyoruz. Cümleye “rica ederim” diye başlamak, “lütfen” ve “teşekkürler”i esirgememek, gecenin sessizliğine saygı duymak, sabahın telaşında kısacık yazmak. Birinin sesli mesaj göndermesi bazen hayat kurtarır, bazen kulak tırmalar. Herkes metrobüste değil, herkesin kulaklığı yok, herkesin çocuğu uyuyor, herkesin kafası dolu. Sesli mesajda tonunu duyarsın, yazıda vurgu kayar. Yazının zorluğu burada. O vurgu kaymasın diye cümlelerin sonunu yumuşatıyoruz, gülücükle siper alıyoruz, kalple bağ kuruyoruz. Yine de bazen bir mesaj, bir çatışma kıvılcımı olur. O anlarda hepimizin ihtiyacı olan şey basit: durmak, derin nefes almak, o telefonu iki dakika yüzüstü bırakmak, su içmek, sonra yerine dönmek.
Yönetim işleri bu gruplarda ayrı bir mecra. Duyurular, aidat linkleri, anketler. Kim, hangi saate temizlik istiyor, otopark çizgileri yeniden boyanmalı mı, bahçedeki salıncak mı kırıldı. Eskiden kapıcı amcayla kapı önünde çözülen meseleler şimdi PDF formatında önümüze geliyor. Duyurunun altına gelen “okundu” görünümleri bile yok, sadece mavi tikler var, onun da yeri belirsiz. O yüzden bazen yönetimi temsil eden kişi sitem ediyor, “lütfen herkes onay versin” diye. İnsan ilişkisi teyitle güçlenir, teyidin yerine bırakılan görsel bir işaret bazen yetmiyor. Belki de bu yüzden grup, ilan panosu olmaktan çıkıp bitmek bilmeyen bir toplantıya dönüşüyor. Düğün salonu gibi kalabalık ama müzik bir türlü başlamıyor, herkes sandalyesini düzeltiyor.
Şikayetlerin dili de dönüştü. Birisi “gece geç saatte matkap sesi oldu” yazınca başka birisi “benim değildi” diye savunmaya geçiyor. Kendi payını görmeye çalışan o eski usul mahcubiyet geri çekiliyor, bir anda herkesin sırtında görünmez bir avukat cübbesi beliriyor. Halbuki bazen mesele fail bulmak değil, hatırlatmak. Bir kapıyı yavaş kapatmak, bir paspası taşırmamak, bir çöpleri doğru saate bırakmak, merdiven ışığını açık unutmamak. Küçük şeyler, büyük barışlar sağlar. Yazıya dökülünce aşırı büyüyen meseleleri yüz yüze küçültmek gerekir. Bazen iki kat aşağı inip bir çay içmek, altı sayfa mesajdan daha etkili olur. Bir tebessümün gücü, hiçbir stickerla yarışmaz.
İşin güzel yanı, komşuluğun dokunma hafızası kolay silinmez. Grupta kavga ettiğin kişiyle ertesi gün asansörde karşılaştığında, birbirine “buyurun” diyecek kadar geniş kalpliyiz. Anadolu insanının genişliği ekran ışığıyla daralmaz. Ekran ışığını kısmayı da öğreniriz zaten. Çocuklar ortak oyun kurdukça, balkonlardan birbirine uzanan küçük jestler çoğaldıkça, grup da usulca sakinleşir. Çünkü bir grubu sakinleştirmenin en kestirme yolu, hayatın kendisini sakinleştirmektir. Evin içinde üretilen huzur, apartman boşluğuna yayılan kokular gibi herkese siner.
Bazen düşünüyorum, bu grupların bir anayasası olmalı ama yazılı değil, kalplerde. Yine de haydi gel, sana içinden bir anayasa sayayım, hani dursun kenarda. Bir, gece yarısı mesaj yazmamaya gayret etmek, yazacaksan önce özür eklemek. İki, fotoğraf ve video gönderirken kişi mahremiyetine dikkat etmek, asansördeki yabancı yüzleri paylaşırken iki kez düşünmek. Üç, şikayet ederken çözüm önermek, sadece sorunu büyütüp bırakmamak. Dört, acil durum çağrılarına hızlı ve kısa cevap vermek, “bende var” ya da “geliyorum” demek. Beş, iyi şeyleri de yazmak, sadece sorun değil küçük güzellikleri de paylaşmak. Altı, anketlere katılmak, kararsız bırakmamak. Yedi, çocukların ve hayvanların hayatını kolaylaştıracak küçük uzlaşılara evet demek. Sekiz, herkesin aynı ekonomik durumda olmadığını, aynı mesai saatinde çalışmadığını, aynı hassasiyetleri taşımadığını unutmamak. Dokuz, her mesajın arkasında bir yorgunluk olabileceğini akılda tutmak. On, bazen hiç yazmamak. Çünkü bazen susmak en dürüst cümledir.
Bir de mizah var, iyi ki var. Grubun en gerildiği anda yapılan küçük bir espri, tansiyonu düşürüyor. Yıllardır bir arada yaşayan insanların ortak referansları oluşuyor. Kapının önünde unutulan pazar arabasının, geçen yaz sivrisinek istilasında ilaçlama gününde yaşanan o küçük paniğin, yağmurda bodruma dolan suyun hafızası var. Bu hafıza bizi bir arada tutuyor. Kentin hızına karşı koyduğumuz küçük arşivler bunlar. Ekranda parlayan her anı, sonra kapı önünde konuşurken yeniden biçim alıyor. Çocuklar büyüyor, okula gidiyor, bazısı üniversite kazanıyor, bazısı iş buluyor, bahçede ilk çiçek açıyor. Biri taşınıyor, yerine yenisi geliyor. Grubun adı aynı kalıyor ama içindekiler, tıpkı apartmanın duvarlarındaki boyanın rengi gibi, zamanla yenileniyor.
Gün geliyor, site bahçesinde küçük bir piknik düzenleniyor. Kiminin getirdiği börek, kiminin yaptığı salata, kiminin aldığı kuruyemiş. O gün grupta yazılan her şey geride kalıyor, yüzler birbirine karışıyor. Birisinin yalnızlığı gizlice çözülüyor, bir çocuk yeni bir arkadaş buluyor, apartman boşluğundan yankılanan kahkaha merdivenleri yıkamaktan daha çok temizliyor içimizi. İşte o zaman görüyorsun, ekranın sunduğu köprü ile gerçek hayatın toprağından yükselen niyet birleştiğinde, komşuluk yeniden doğuyor. Kırgınlıklar bir tabağın kenarına konmuş çekirdeklere karışıp atılıyor, “sen” dediğin, “biz”e kayıyor.
Tabii hayatın küçük yorgunlukları eksik olmuyor. Bahar temizliğinde serpilen toz gibi, bazı konular hep geriye dönüyor. Otopark çizgisi, bisikletlerin nereye konacağı, asansörde taşınma saatleri, pencereye asılan çamaşırlar, balkonda mangal. Şimdiki zaman, eski zamanla konuşuyor. Biz de arada çevirmenlik yapıyoruz. Yeni gelen komşuya mahallenin adabını, eski komşuya yeni zamanın hızını anlatıyoruz. Kibarca, sabırla, gülerek. Bu işin şifresi şu: kimse kimseyi tam anlamıyor ama herkes az biraz dinliyor. Dinlemenin kaldığı yerden, anlaşma başlıyor.
Bir gün grup yine çalıyor, bu kez iyi bir haber. Sokak kedisi yavrulamış, bahçedeki çalılığın dibine. Küçük bir telaş, küçük bir dayanışma. Bir tas su, bir kap mama, bir karton kutu. Kiminin alerjisi var, yaklaşamıyor, ama “mama alırım” diyor. Birisi veterineri tanıyor, bir telefonla danışılıyor. Haber akışı bu defa huzur veriyor, kalbin hızını arttırmıyor. Aynı akşam, bir teşekkür mesajı düşüyor. O mesajın sıcaklığı, kışın kaloriferin ilk açıldığı gün gibi. İçine bir sıcaklık yayılıyor, “iyi ki buradayım” diyorsun. Bazen burası bütün şehrin karmaşasının içinde küçük bir ada gibi. Bir parmakla açılıyor, kalple korunuyor.
Tabii gruba sızan dünya meseleleri de var. Ekonominin darlığı, pazar fiyatları, yol bakımının bitmeyişi, belediyenin çukuru. Bunları konuşurken sesler yükseliyor, sesler yükseldikçe konu kişiselleşiyor. O noktada bir adım geri çekilmek marifet. Her tartışmanın sonu bir kazanan bir kaybeden değil. Bazen ortak bir akşamüstü sessizliği, en iyi uzlaşma. Kahveni alıp balkona çıktığında, karşı apartmanın balkonuna asılan beyaz çamaşırlarla güneşin birlikte dalgalanmasını seyrettiğinde, bu kadar gürültünün ortasında nasıl da sakin bir gök var diyorsun. Belki göğün sesi yok, ama kalbinin var, o yetiyor.
Bir de şunu fark ediyorsun, grup ne zaman “biz” diyen bir dil tutturuyor, sorunlar küçülüyor. Ne zaman “siz” ve “onlar” keskinleşiyor, her şey büyüyor. Dil, hayatın anahtarı. Türkçenin yumuşaklığı, komşuluğun şefkatine çok yakışıyor. “Bir bakabilir miyiz”, “müsait olduğunuzda”, “haber verin lütfen” gibi cümleler dikiş atıyor. “Sen zaten hep”, “siz hiç” gibi cümleler söküyor. Zor zamanların sihri, küçük kelimelerde gizli. Yumuşatılmış bir virgül, iyi seçilmiş bir nokta, iyi koyulmuş bir teşekkür. Bilirsin, tencerenin altını kısınca yemek daha lezzetli olur, kelimenin ateşini kısınca sohbet daha sindirilebilir olur.
Zamanla, kendin için bir ritim kuruyorsun. Günü iki kere gruba bakmak, sabah ve akşam. Önemli duyuruları yıldızlıyan bir pratik geliştiriyorsun. Acil olanları anında, acil olmayanları uygun vakitte değerlendiriyorsun. Bazı konuları yüz yüze konuşmayı öğreniyorsun. Bir komşunun kapısını çalmak, kurduğun cümleleri kısaltır. Her şeyi grupta tartışmak yerine haftada bir apartman girişinde beş dakikalık bir sohbet, mucizeler yaratır. İnsan yüzü, kelimeden daha sıcak. Göz görür, kalp ikna olur.
Yine de bütün bunların içinden geçerken ironi bizden hiç ayrılmıyor. Sessizliğin tam ortasında bir zil sesi, sükutun orta yerine serilmiş bir sticker. O sticker bile bazen imkansızı başarıyor, güldürüyor. Gülmek, en eski uzlaşma formülü. Anadolu insanı gülmeyi bilir, ağlarken bile gözünün kenarında bir aydınlık saklar. O aydınlık, apartman boşluğunda yankılanır, ekranda görünmez, ama kelimelerin arasından sızar. O yüzden kendine ve komşuna iyi davranmak, dijitalin soğuk camını nefesinle buğulandırmak, üzerine küçük bir kalp çizmek iyi geliyor. O kalp, çocukken defterinin kapağına çizdiğin küçük şekiller gibi, hatırlatır sana senin kim olduğunu.
Düşünüyorum da, belki telefonun titreşimini biraz kısmanın, biraz da gönlünün sesini açmanın vakti. Bir dahaki kavşakta, bir dahaki tartışmada, bir dahaki iyi haberde. Gündelik hayatın bu küçük akıntısında sürüklenmeden, yüzmeyi öğrenmek mümkün. Grup ne kadar kalabalık olursa olsun, senin sesin hâlâ senin. Nezaket hakikatli bir sestir, duyulduğunda herkes rahatlar. Yavaş konuşmak, az konuşmak, doğru yerde susmak, doğru yerde gülmek. Bütün bunlar ekranın arkasından da yapılabiliyor, yeter ki hatırlayalım.
Şimdi bardaktaki çayın buharı dağılıyor. Telefonu ters çeviriyorsun. Apartman kapısının önünden bir ayak sesi geçiyor. Kedinin mırlaması bir köşe yastığı gibi salonu dolduruyor. Yarın yine bir şey olacak, bir çiçek saksısı devrilecek, bir paket kaybolacak, bir gönül incinecek, bir başka gönül onarılacak. Sen hepsinin ortasında, küçük bir cümle hazırlıyorsun kendine. İyi gelecek bir cümle. Şöyle: Hepimiz aynı evin odaları gibiyiz, kapıları aralık bırakalım, sesimiz birbirine iyi gelsin. Grubun da, apartmanın da, hayatın da sırrı bu kadar.
Ve bil ki, bir gün bu şehir değişse, bu apartman değişse, bu grup dağılsa, geriye kalan şey şu olacak. Kapısı çalındığında açılan bir ev, içeri süzülen sıcak bir ışık. Bir çayın sesi, bir kedinin adımlarının halıdaki izi. Dilimize yerleşmiş küçük bir teşekkür, gözlerimize sinmiş küçük bir onay. Belki bir gün, bildirim sesleri susacak, ama komşuluğun sesi susmaz. Çünkü o ses, telefonun hoparlöründen değil, kalbinin içinden gelir. Bir gün grupta yazılan bütün cümlelerin sonunda gerçekten aynı şeyi söyleyeceğiz. İyi ki yan yanayız.