Köy minibüslerinin bir kokusu vardır. Yağla karışık sabun, üstüne biraz da toz. Bir de ortak bir cümlesi. Sen mutlaka duymuşsundur. Teyzenin biri dönüp gülümser ve sorar: Kızım senin okul ne oldu. O soru bazen bir şefkat, bazen bir yoklama, bazen de pek görünmez bir çizgiyi hatırlatma gibi düşer insanın omzuna. Anadolu’da genç kız olmak biraz da bu cümlenin içinde büyümektir. Yana dönüp bakarsın, yüzünde hep aynı iyi niyetli endişe, aynı gündelik muhasebe. İyi misin, okulun nasıl, evde işlere yardım ediyor musun, komşunun oğlu çalışkanmış, düğün ne zaman. Gülersin. Gülmek, içinden geçen on cümleden dokuzunu yutmaktır çoğu zaman. Yutulan o cümleler birikir, sonra akşamları odanın kapısı kapanınca kendi kendine konuşmaya başlarsın. İşte bu yazı o odanın kapısını aralayıp birlikte konuşma denemesi. Senin sesin, bizim ortak sesimiz, çeyiz sandığının dibine saklanan ve yeri geldiğinde dünyaya meydan okumak isteyen ses.
Anadolu’yu severiz. Toprağının kokusunu, komşunun çayını, dolmuş şoförünün yol uzunsa indirim yapışını. Sevmek kolay, anlatmak zor. Hele genç kızların dertlerini. Çünkü bazı dertler yüksek sesle söylenirse evin içindeki dengeler bozulur sanılır. Bazı dertler komşuyu üzer diye yutulur. Bazı dertler ise normal sayılacak kadar uzun zamandır yanımızdadır. Normal sandığımız şey bazen sadece uzun süredir var olandır. Peki o uzun süren şeyleri bir masanın üstüne koyup tek tek konuşsak. Hadi başlıyoruz.
Ev içindeki görünmez mesai ile açalım. Anadolu’da kız çocukları için ev, bir sevgi alanı kadar bir dershane gibidir. Bulaşık yıkamak, hamur yoğurmak, misafire çay yetiştirmek, tül perdeyi çırparken karın kası yapmak. Ev işi bir beceri elbette, kimse küçümsemiyor. Mesele bunun otomatik görev kabul edilmesi. Aynı evde oğlan kardeşin odasında oyun oynarken, kız kardeşin mutfakta çay bardağı sayıyorsa buradaki eşitliğin ipliği ince ince sökülüyor. Sonra o iplik okulda da sökülüyor. Ders bitince kütüphaneye kalmak istersin, ama evde mercimek kaynıyor, annem yalnız kalmasın dersin. Sınava hazırlanmak için sessiz bir oda gerekir, fakat evde televizyonun sesi sokaktan gelen patpat gibi kesintisizdir. Sessizliği bulamayan konsantrasyon, kendini suçlar. Suçluluk duygusu Anadolu’nun en sessiz mirasıdır. Sen çalışırken annene yardım edemediğini düşündüğün için suçluluk duyarsın. Yardım ederken çalışamadığın için yine suçluluk. Her iki durumda da kendini eksik hissetmek, bir kız çocuğunun omuzlarında görünmeyen ağırlık taşımaktır.
Peki okul. Anadolu’da okul yalnızca ders değil, yol demektir. Bir kız çocuğu için yol bazen iki otobüs, bazen tek bir toprak patika. Kışın çamur, yazın toz. Yolda karşılaştığın bakış da dersin bir parçası. Dolmuşta ayakta kalırsın, şoför bir sonraki durakta oturacak yer çıkar, yere bakarsın. İnerken teşekkür edersin, çünkü senin terbiyen böyledir. Fakat akşam geç olursa mahallenin üzerinde görünmez bir siren çalar. Eve geç kalmak, bir kız için zamana ait bir günah gibi kodlanır. Oysa bazen okulun laboratuvarı kapanır geç çıkarsın, bazen şehir içi trafik uzar. Saatin akrebi ile kızın adımları birbirine bağlanır Anadolu’da. Saat dokuzu geçerse, kapıda bekleyen bir baba değil bazen bir mahkeme heyeti karşılar seni. Kimleydin, neden uzadı, o çocuk kim, öğretmen mi, niye aramadın. Cevapların her biri doğru olsa da kuşku boşlukta asılı kalır. Kuşku, sesi en yüksek ama kanıtı en az olandır. O yüzden can sıkıcıdır.
Kıyafet meselesi var bir de. Aynanın karşısında denediğin etek boyu, Anadolu’da görünmez bir kuruldan geçer. Etek boyu komisyonu, sokak gözlerinden oluşur. Bazen teyze, bazen amca, bazen dayının iş arkadaşı. Hepsi de seni korumak için konuşur. Korumak kelimesi Anadolu’da pamuk gibi yumuşak ama bazen çuvaldız gibi batar. Korumak istedikçe kısıtlamak artar, kısıtlamanın içinde iyi niyet çiçek açtıkça nefes azalır. Nefes azaldıkça insan hata yapar. Sonra da o hatanın bedeli, yalnızca kızın defterine yazılır. Oysa özgürlük bir başına bırakılmak değil, güvenli alanların çoğaltılmasıdır. Genç kız için güvenli alan, okulun açık kütüphanesi, belediyenin iyi aydınlatılmış parkları, eve yakın spor salonu, gece ders çalışma atölyesi. Bunlar olursa kıyafet tartışması da sesini kısar. Çünkü mesele kıyafetten çok, mekandır. Mekan iyiyse, bakışların niyeti kadar gücü de azalır.
Sosyal medya cephesinde başka bir sahne var. Anadolu’nun her evinde bir WhatsApp ailesi, bir Instagram mahallesi, bir TikTok penceresi. Genç kız orada hem görünür olmak ister hem görünürlüğün faturası ağırdır. Paylaştığın bir şarkı story’si bile çalışkanlık seviyenin, ahlak puanının, sevgili olasılıklarının tartıldığı bir teraziye dönüşebilir. Düşünsene, bir şarkı seviyorsun, şiir paylaşıyorsun. Altına gelen mesajlar beş tür: Aferin, yakışmış, bu ne şimdi, kim bu sözleri sana yazdı, akşam eve erken gel. Dijital zorbalık sadece küfür değil. Sinsi imalar, güya şaka. Bir de ghosting’in Anadolu versiyonu var. Birinin sana günlerce yazıp sonra tavan lambası gibi sönmesi. Bunun da faturası iç dünyana kesilir. Kendini suçlarsın. Oysa karşıdakinin belki de yapamadığı tek şey dürüst bir cümledir. Dünyanın en basit cümlesi bazen en pahalı olandır. Kusura bakma, ilgim yok. İşte bu kadar. Fakat o cümle kurulmadığı için sen gecelerce kurarsın, yoklarsın, yorulursun.
Regl meselesi. Kız çocuklarının en doğal hali, en fazla fısıltıyla konuşulan başlık. Anadolu’da regl olmak bazen bir saklambaç oyunudur. Pedini çantada akrobat gibi saklamak, okulda çöp kutusuna sessizce yürümek, erkek kardeşin görmesin diye banyoda küçük bir lojistik planı yapmak. Oysa bütün bu saklambaç, bedenin kendisi kadar gerçek. Beden eğitimi dersine katılamadığın günlerde öğretmen açıklama bekler, sen de bakışınla bir açıklama yaparsın. Pedin fiyatı artar, burs diye kimse ped vermez. Sağlık ocağı kapalıdır o gün. Arkadaşının annesi, sessizce bir paket bırakır. Anadolu’nun kadın dayanışması böyle sessiz paketlerle harikalar yaratır, ama sistemin sesi kısık kalır. Regl izni konuşulmaz, okul tuvaletinin kilidi bozulur, çöp kovası dolu kalır. Küçük gibi duran bu ayrıntılar, bir gencin dünyasında kocaman düğümler olur.
Erken evlilik baskısını, çeyiz meselesini, başlık parası diye eskimiş sandığımız ama bazı yerlerde hala dolaşan gölgenin içimizi nasıl üşüttüğünü saymasak eksik kalır. Kızın okulu bitmeden nişan yüzüğü, yüzükten önce çeyiz bohçası, bohçadan önce beyaz eşya listesi. O listeyi gören bir genç kızın gözünde, fizik dersindeki optik sorusu silinir. Beyaz eşyanın parlaklığı bazen bir kariyer hayalini güneş gibi yakar. Oysa ev elbet kurulur. Ama kendi ayakların üzerinde durabildiğinde kurulan ev, insanın içinde daha ferah durur. Bu ferahlık bazen çok pahalı görünür, o yüzden pes etmek kolaydır. Anadolu’da “kız kısmı” cümlesi işin kolayına kaçmanın dili olabilir. Kız kısmı çok ileri gitmesin. Kız kısmı gece eve geç kalmasın. Kız kısmı okusa ne olacak. O üç kelimeyi duyduğunda, içinde küçük bir mikser çalışır, tüm duygular birbirine karışır. O mikseri kapatmanın yolu, başka cümleler kurmak. Kız çocuğu bilim insanı olur, sporcu olur, ustabaşı olur, mühendisi olur, edebiyatın kalbini yazar. Zaten oluyor, oldu, olacak. Sadece bunun duyulması gerekiyor.
Kariyer ve şehir hikayesini konuşalım. Anadolu’da üniversite genellikle başka şehirdedir. Yurt çıkmadığında ev bulmak ayrı çiledir. Ev sahipleri kız öğrenciyi bazen evin düzenine tehdit gibi görür. Kimin gidip geldiğini sorarlar, sormakla kalmaz yorumlarlar. Oysa kız öğrenci evin kira sözleşmesindeki en düzenli imzadır. İnce eleyip sık dokursun, ev arkadaşı seçimi siyaseti vardır. Bir odada dört karakter, her güne ayrı bir diplomasi. Kış aylarında kombi açma toplantıları, elektrik faturası münazaraları. Bir de memleketin mesafesi var. Otobüs bileti zamlanır, bayramlar kısalır. Dönünce mahalle sana uzaktan bakar. Büyük şehir görmüş bir kızın gözlerinde yeni bir ışık olur. O ışık bazen köy kahvesinden görünür, “şehirlendi” derler. Şehirli olmakla bozulmak arasında ince bir çizgi çizilir. Oysa şehir dediğin şey kalabalıkla sınavdır, insan kendini daha iyi tanır. Anadolu’nun kızları şehirde kendini tanır, sonra memleketine dönüp yepyeni cümlelerle evini ısıtabilir.
Öğretmenler, rehberlik servisleri, kadın dernekleri, gençlik merkezleri. Bu kurumların hepsi aslında Anadolu’nun kızlarının hayatında birer kavşak. Bir rehber öğretmenin tek bir cümlesi, bir şehrin kaderini değiştirir. Bazen bir okuldaki kulüp, bir kıza ilk defa sahnede şarkı söyleme cesaretini verir. Bir belediyenin açtığı ücretsiz kurs, bir mesleğin kapısını aralar. Ama bunların çalışması için şeffaflık, ulaşılabilirlik, saatlerin kızlar için de uygun ayarlanması şart. Akşam yedide açılan kursa bir kızın gitmesi, sadece kurs açmakla çözülmez. Ulaşım, aile bilgilendirmesi, güvenli giriş çıkış, hatta mümkünse evinize yakın bir mini atölye. Küçük detaylar bir kızın dünyasında büyük köprülerdir.
Biraz da ergenlik ve kimlik meselesi. Anadolu’da genç kızların kimlik arayışı, çoğu zaman iki tarla arasında kalmış bir patika gibi. Bir yanda aile değerleri, öte yanda modern dünyanın hızlı akışı. TikTok’ta dans ederken yarım saat sonra tarlada domates kasalamak. Evet, aynı kıza ait, ikisi de gerçek. Bu çelişki sandığımız şey, aslında zenginlik. Yeter ki kız çocuğu bu farklı rolleri birbiriyle kavga ettirmeden taşıyabilsin. Bunun yolu da alay edilmemekten, yargılanmamaktan geçer. Anadolu espriyi sever, ama espri bazen iğne gibi batar. Kız çocuğunun saçını, kilolu mu zayıf mı olduğunu, sivilcesini, teneffüste sakız çiğneyişini dert edinmeyelim. Bırakalım insanlar kendi yüzleriyle barışsın. Kendinle barışmak, ders çalışmanın sessiz ortağıdır.
Spor kulübü bulmak mesela. Küçük ilçelerde kızlar için voleybol var, hadi bilemedin halk oyunları. Oysa kız çocuğu halter de yapar, tekvando da, yüzmede harika olur. Havuz yoksa dere var, ama güvenlik yoksa hiçbir şey yok. Güvenlik meselesini hafife almayalım. Aydınlatma, kamera, kadın antrenör, aileye düzenli bilgilendirme. Bunlar olduğunda ailelerin kaygısı azalır, kızın alanı genişler. Kültür sanat cephesinde de aynı. Tiyatro için en iyi provalar, güvenli saatlerde, ulaşımı belli salonlarda yapılınca aile ikna olur. İkna Anadolu’da müthiş bir sanattır. Anlatıp tekrar anlatmak, ama bağırmadan, küçümsemeden. Kızlar bunu çok iyi öğrenir. Asıl mesele bu ikna yükünün tek başına onların omuzlarında kalmaması.
Bir de meslek seçimindeki görünmez eller. Anadolu’da çok zeki kızlar var, sayılarla dans eden, sözcüklerle şarkı söyleyen. Ama meslek seçimi geldi mi, o görünmez el bazı kapıları yavaşça kapatır. Mühendislik mi, uzakta. Yazılım mı, erkek işi. Şehir planlama mı, kimse anlamaz. O görünmez elin üstüne görünür bir kılavuz koymak lazım. Mentorluk diye bir şey var, sen bilirsin. Aynı ilçeden, aynı okuldan mezun olup şimdi iyi bir yerde olan kadınlar. Onların telefon zinciri. Ayda bir online buluşma. Tecrübe paylaşımı. Nasıl staja girilir, hangi mail nasıl atılır, CV nasıl yazılır, dolmuş saatlerine uygun nasıl ders planı yapılır. Bunları biri anlattığında, kızın gözündeki korku bir adım geri çekilir. Korkunun geri çekilmesi, umudun yürüyüşe geçmesidir.
Ev içi iletişim. Babalar, ağabeyler, dayılar. Onlara kızmadan, onları düşman ilan etmeden konuşmanın yolları. Çünkü biliyoruz, Anadolu’da erkeklerin önemli bir kısmı kız kardeşini gerçekten korumak istiyor. Fakat yöntem eski. Niyet iyi, yöntem problemli. Yöntemi güncellemenin en güzel yolu, birlikte oyun kurmak. Mesela akşam belli bir saat aile okuma saati olsun. Herkes telefonları bırakıp yarım saat kitap okusun. Sonra on dakika herkes kendi okuduğundan bir cümle anlatsın. Hem evdeki ses düzeyi düşer, hem kızın kütüphanede kalmasına gerek kalmadan evde sakin bir alan oluşur. Ya da haftada bir gün, evin iş planı yapılır. Herkesin üzerine düşen küçük işler. Bulaşığı sadece kız çocuğu değil, babalar da yıkasın. Hayır, erkekliğe halel gelmez. Bulaşık deterjanı, ataerkilliği eritmez, endişe etmeyin. Sadece bir kızın omzundan bir kilo ağırlık alır. Belki o bir kilo, onu sınavda beş doğru ileri taşır.
Ekonomi meselesi. Anadolu’da kız çocukları bazen okuldan arta kalan vaktinde evde el işi yapar, komşuya kek satar, küçük küçük harçlık çıkarır. Ekonomik bağımsızlığın minyatürü gibi. Bu minyatürü büyütmek, kooperatiflerle mümkündür. Kadın kooperatifleri işin sadece turşu kısmı değildir. Dijital tasarım, sosyal medya yönetimi, yerel turizm rehberliği, küçük ölçekli veri girişi işleri. Kız çocukları için mikro burslar, internete erişim destekleri. Belediyenin kütüphanesinde hızlı internet, ücretsiz yazıcı. Küçük bütçelerle büyük kapılar açılır. Örneğin bir lise öğrencisinin kendi ilçesinde iki küçük atölye yönetmesi. Biri yaratıcı yazarlık, biri temel kodlama. Ücretli değil, ama gönüllü saatleri dosyasına yazılır. Üniversite başvurusunda pırıl pırıl parlar. Hem de ilçedeki ortaokul kızlarına rol model olur. Rol modeli olmayan yerde, hayal kurmak ekmeksiz çorba gibidir. Bir şeyler eksik kalır.
Bir de sağlık ve psikoloji. Anadolu’da genç kızların dilinde sıkça duyulur, içim daralıyor. Bu cümle bazen basit bir yorgunluk, bazen depresyona komşu bir duygu. Rehber öğretmen kapısına gidince çekingenlik. Psikolog deyince abartı sanma. Oysa duygularımız da dişimiz gibi çürüyebilir. Uzun süre ihmal edersen ağrır. Konuşmak tedavidir, ama kiminle. İşte okulda gizliliğe saygı duyan bir danışman, ilçede haftada bir gün gelen psikolog, hatta çevrim içi güvenli hat. Hayata bağlayan küçük düğümler. Bazen de en iyi terapi, arkadaşlarının arasında görünür olmaktır. Okul dergisinde yazmak, sahnede bir şiir okumak, basket potasına üçlük atmak. Başarının kimseye ait olmadığı, herkesin biraz pay aldığı etkinlikler. Anadolu’da özellikle kızların sahneye çağrıldığı, sesinin alkışla karşılandığı anlar artsın. İnsan sesinin alkışla buluşması, özgüvenin en sevdiği melodidir.
Gelin biraz da mahalle diliyle konuşalım. Mahallede iyi kız, uslu kız, komşunun sevdiği kız kategorileri vardır ya. Onların ölçülerini değiştirsek. İyi kız, kendini tanıyana denilsin. Uslu kız, sınır çizebilen olsun. Komşunun sevdiği kız, kendi ayağıyla hedefinin peşine gideni olsun. Bak nasıl değişir hava. Uslu kelimesi zaten ilginçtir. Uslu olmak sessiz olmak değildir. Uslu olmak kendine ve başkasına zarar vermeden hayata katılmak demektir. Bir kızın sesi olduğunda, hele de o ses saygılı ve kararlıysa, mahalle ona saygı duyar. İlk gün zor olabilir, ikinci gün daha kolay, üçüncü gün normal. Normalleştirmek bir toplum işi. Her gün küçük bir hareket. Bir gün minibüste şoförün garip bir sözünü tatlılıkla düzeltmek. Bir gün markette sıranı vermeyen teyzeye gülümseyip net bir dille sıranı istemek. Bir gün okulda arkadaşına, bu şaka değil kırıcı diyebilmek. Sınırlar, sevginin kardeşidir. Bunu ne kadar çabuk öğrenirsek, o kadar çabuk büyürüz.
Aile içi şifreler var bir de. Anneler kızlarına, kızlar annelerine gizli ferforjelerle konuşur. Anne kız arasındaki o ince tel işi ilişkiyi güçlendirmek herkese iyi gelir. Anneye anlatamadığın şeyler, büyüyüp seni içerden kemirir. Bazen anne de anlatamaz, kendi zamanının ağırlığını taşır. O yüzden aile içi küçük sohbetler. Çay demlenirken beş dakikalık dürüstlük anı. Bugün derste zorlandım, şu çocuk bana kaba davrandı, öğretmen şunu yaptı. Bu cümleler eve kötü enerji getirmez, tam tersine kötü enerjiyi evin dışında bırakır. Evin kapısı kapanınca içeride güvenli bir dünya kurulur. Güvenli dünya kurulan evde kızlar daha az isyan eder, çünkü zaten duyuluyordur.
Toplumsal cinsiyet rolleri dendi mi bazıları kaşını çatar. Kavram ağır gelir. Peki başka bir dille söyleyelim. Herkesin elindeki kartlar adil dağıtılmıyor. Kızların kartlarının bazısı saklanıyor, bazısı eksik basılıyor. Adil dağılım için konuşuyoruz. Baba sabah işe giderken kızının kahvaltı tabağını da kendisi toplayabilir. Ağabey kardeşinin defterini kapatıp televizyon açtığında, o defteri yeniden açmayı öğrenebilir. Öğretmen kız öğrenciye söz verirken onu ortada bırakmaktan çekinmezse, sınıfın dengesi değişir. Küçük gibi duran bu hareketler domino taşları. Birini devirdin mi bir bakarsın koca mahallenin yürüyüşü değişmiş.
Teknoloji ve fırsatlar kısmı. Anadolu’da internet bazen çekmez. Çekmediği için bilgi de çekilmez. O yüzden okulların açık saatlerinde bilgisayar laboratuvarları kullanılabilir olmalı. Kız öğrenciler için kodlama atölyeleri, dijital güvenlik dersleri. Şifre nasıl güçlü olur, fotoğraf nasıl paylaşılır, kimle nerede nasıl konuşulur. Bunu öğrenmek ayıp değil, tam tersi kendini korumak. Kendi verisini koruyan kız, kendi hikayesini de korur. Bir blog aç, yaz. Adını koy. Anonim de olabilirsin. Yazdıkların ileride bir dilekçe, bir başvuru mektubu, bir hikaye kitabı olur. Yazmak, konuşamadıklarının provasını yapmaktır. Prova yaptığın cümleler bir gün sahnede ışığı bulur.
Peki çözüm diye sihirli değnek var mı. Yok. Var olan şey küçük ve ısrarlı adımlar. İşte birkaç küçük, ama ısrarla atılacak adım önerisi. Mahalle bazlı güvenli durak noktaları. Akşam saatlerinde belirlenmiş esnaf, kız öğrencilerin kısa süre bekleyebileceği ışıklı köşeler. Okul aile birliği toplantılarında kızların alanını büyüten gündem maddeleri. Regl dostu okul tuvaletleri için mini bütçeler. İlçedeki üniversite kulüplerinin liselere mentorluk saatleri. Belediyenin her semtte bir kadın spor saati. Kız çocuklarının babaları için atölye. Baba olmak, kız babası olmak, genç babalar kulübü. İnan, o atölyede konuşulanlar evin mutfağına tatlı dökülmüş gibi siner. Ev yumuşar.
Bir de hayal kurma hakkı. Anadolu’da kızlar hayal kurar, ama hayalin sesini kısarlar. O sesi biraz açalım. Kafanda bir şehir var, bir bölüm var, bir sahne var. Duvarına harita as, iplerle bağla. Nereden nereye gideceğini gör. Yol uzun olabilir, tamam. Uzun yolların en büyük gizli destekçisi küçük molalardır. Her mola bir başarı işaretidir. Bugün şunu yaptım, yarın bunu yapacağım. Bir ajanda tut. Ajanda, iç sesinle yapılmış bir kontrattır. Kontratlara sadık kalmak güç verir. Güç dediğim, başkasını yenmek değil, kendini taşıyabilmek. Kendi ağırlığını omuzlayabildiğinde, başkalarının yükünü de nazikçe itebilirsin.
Gülmeyi unutmayalım. İroni bizim akşam çayımızın yanındaki kurabiyedir. İki lokma alınca hayatın ağırlığı daha taşınır olur. Mesela şu çeyiz meselesi. Çeyize dantel koymak güzel, ama bir de içine kadınların başarı kupalarını koyalım. Matematik olimpiyat madalyası da çeyize yakışır. Bir kız çocuğunun not defterindeki yıldızlar, en pahalı nevresim takımından daha parlak durur. Yatak odası takımı yerine bir laptop, dantelli fiskos örtüsü yerine yabancı dil kurs kaydı. Bunu aileler konuşsun, gülerek. Çünkü gülmek ikna eder. Ciddi konuşmaya gülüş karıştırmak Anadolu’nun en harika ikna sanatıdır.
Şimdi belki diyeceksin ki, bunları yazmak kolay. Haklısın, yazmak her zaman yapmak kadar zor değildir. Ama yazı bazen bir kıvılcımdır. Bu satırlardan sonra belki bir anne kızına, kız annesine göz kırpar. Belki bir baba bulaşığa uzanır. Belki bir öğretmen ödev saati yerine proje saati koyar. Belki bir belediyeci yeni bir aydınlatma direği diker. Belki bir okul müdürü, kız öğrenciler için güvenli dönüş hattı oluşturur. Belki bir genç kız gece yatmadan önce telefonun notlar kısmına küçük bir hayal yazar ve sabah onu bir adım daha ileri taşır.
Anadolu’nun kızları güçlü. Bunu romantik olsun diye söylemiyorum. Onlar su tasarrufu yaptı diye evin faturası düştüğünde, kardeşini ders çalıştırdığında sınıfı yükseldiğinde, komşu teyzenin tansiyonunu ölçtüğünde, tarlada çiğ düşmeden kalktığında, sahnede şarkı söylediğinde, matematik dersinde çözüm yolu bulduğunda, misafirin çayını taşırmadan getirdiğinde, öğretmeninin gözünün içine bakıp soru sorduğunda, bütün bu küçük anlarda güç görünür. Gücün yanına adil fırsat konunca, ortaya şahane bir hikaye çıkar. Biz o hikayeyi duymak istiyoruz, sen de anlatmak istiyorsun. O halde sözleşelim. Çeyiz sandığındaki ses, orada kalmayacak. Sandık zaten hatıralar içindir. Sesin yeri kalbin, kalbin yeri de meydandır.
Yolun uzun olabilir. Uzun yollarda minibüslerin camı buğulanır, sen camı silersin. Dışarıda sarı bir lamba yanıp söner. Belki kar yağıyordur. İçinden küçük bir türkü mırıldanırsın. O türküde anne sesin, öğretmen sözün, arkadaş kahkahan, kendine inancın vardır. Gülersin. Sonra ders çalışırsın. Sonra tekrar gülersin. Bir de ağlarsın bazen, iyi gelir. Ağlamak zayıflık değil, içini yıkayıp ferahlatan bir yağmurdur. Yağmurdan sonra toprak nasıl kokar, biliyorsun. İşte o koku, geleceğindir.
Anadolu’da genç kızların sorunları konuşuldukça hafifler, birbirine tutundukça çözülür. Tutunmak için önce el uzatılır. Bu yazı bir el. Sen de başka bir kızın elini tutarsan, zincir uzar. Zincir uzadıkça, komşunun penceresinden içeri benzer bir ışık düşer. Işık çoğaldıkça, korkular küçülür. Küçük korkular çekilir, büyük hayaller sahneye çıkar. O sahnede sen varsın. Saçını nasıl istersen öyle toplamış, eteğini nasıl rahat ediyorsan öyle seçmiş, ayakkabının içine kendi adını yazmış, gözlerinde kendi yürüyüşüne güvenen bir kız. Mikrofonu eline almışsın. Komşunun teyzesi en ön sırada, baban ortalarda, kardeşin arkada arkadaşlarıyla fısıldaşıyor. Sen nefes alıyorsun. Çeyiz sandığında kalmış sesin, dünyanın ortasına doğru yürümeye başlıyor.
Bu yazının sonunu bir çağrıyla bitireyim. Küçük bir not defteri edin. Adı Kendi Yürüyüşüm olsun. İlk sayfaya üç sütun çiz. Birinci sütuna bugün beni yoran şey, ikinciye bugün bana iyi gelen şey, üçüncüye yarın için küçük adım. Geceleri üç dakikanı buna ayır. Üç dakika dünyanın en ucuz, en etkili kendi kendine koçluğu. Sonra, ayda bir kez kendine mektup yaz. Sevgili ben diye başla. İç dök, kendine sarıl. Bir ay sonra o mektubu aç ve gül. Gülüşünün tonu değiştiyse, bil ki güç birikiyor. Güç birikince, Anadolu’nun bütün yolları, yokuşları dahil, senin yürüyüş hızına uyum sağlar.
Ve unutma. Senin hikayen, kimsenin iznine ihtiyaç duymadan güzel. O hikayeyi daha rahat anlatabilmen için mahallece, ailece, okulca birbirimize yer açalım. Bir tabak daha, bir sandalye daha, bir saat daha. Yer açmak sevgidir. Sevgiyi çoğaltalım. O zaman kız çocuklarının hayatında yalnızlık küçülür, ses büyür. Çeyiz sandığı ise, bir gün hatıralarla dolu hoş bir sandığa dönüşür. İçinde eski bir mendil, bir okul fotoğrafı, ilk sahne biletin, ilk iş kartın. Dışarıda ise taptaze bir gökyüzü. Gökyüzü geniş, sen daha genişsin. Hadi, yürüyelim.