Aidatın Sessiz İsyanı

Şehrin sabahı erken öter. Bir yerlerde fırıncı hamuru tokatlar, diğer köşede bir çay ocağı ince belli bardakları yıkar. Bizim apartman ise uykusunu geç bırakmış bir çocuk gibi homurdanır. Asansör kapısı gıcırdar, posta kutusundan emlak ilanları dökülür, girişteki plastik saksıdaki kurumuş menekşe hayata tutunmaya çalışır. Kapının üstündeki duyuru panosunda bir kâğıt asılıdır. Kalın harflerle yazılmış tek cümle gözümü yakar. Değerli sakinler aidatlara zam yapılmıştır. Son cümlenin noktası bile sitemli durur. İşte bütün yazının başlangıcı da bu küçük noktanın öfkesiyle atılır.

İtiraf edeyim, apartman dediğin biraz küçük bir cumhuriyettir. Başkan var, muhalefet var, sessiz çoğunluk var, kapı önü diplomasi toplantıları var. Çocuklar meclis kulisleri gibi koşturur. Kimse uzun konuşmalardan hoşlanmaz ama herkesin içinde gizli bir cümle vardır. Aidat belirlenirken o cümlenin dili çözülür. Çünkü ortak yaşamın en çıtır noktası orasıdır. İnsan cebine dokunuldu mu birden bilgeleşir, hafızası açılır, matematiği kuvvetlenir. Masanın bir yanında yangın merdiveninin boyası, diğer yanında asansörün bakımı, karşıda güvenlik kamerasının kabloları. Rakamlar, büyük şehrin günah çıkarma kabininde fısıldaşan itiraflar gibi dolaşır.

Ben anlatacağım. Çünkü hepimizin içinde aynı kanayan yer var. Çünkü apartman hayatı koca bir ülkenin minyatürü. Çünkü kapının aralığından içeri giren ayakkabı tozları bile bir hikaye. Sitemle tatlı arasında salınacağım. Yeri geldiğinde güleceğiz. Yeri geldiğinde durup susacağız. Sonunda rahatlayacağız. Belki de cebimiz hâlâ aynı ama içimiz biraz daha ferah.

Önce bir toplantıdan başlayayım. Akşam oldu. Çamaşır iplerinde günün son rüzgârı geziniyor. Toplantı saati yazılmıştı panoya. Yaklaşık on kişi geldi. Gelenlerin yarısı gelmeyenlerin temsilcisi gibi konuşuyor. Bir sandalyeye oturup dinledim.

Yönetici Bey başladı. Bu ay aidatları şu kadar yapalım, çünkü asansörün bakımı, çünkü girişteki sensör arızalandı, çünkü elektrik faturaları arttı, çünkü yer süpürgesi bile zamlandı. Çünkü kelimesini çok duydum. Çünkü kelimesi bazı kapıları açar ama bazı içleri de kapatır. Bir süre sonra herkesin dilinde aynı bağlaç dolaşıyor. Çünkü apartman daha güvenli olsun, çünkü bahçede çiçek olsun, çünkü gece ışıklar kısılınca merdiven basamakları görünmüyor. Çünkü çocuklar bisiklet sürüyor, çünkü köpekler tasmayla iniyor, çünkü kuryeler çok hızlı çıkıyor. Herkes haklı. Herkesin küçük bir dünyası var, o dünyaya değen her çakıl taşını avucunda tartıyor.

Bir komşu söz aldı. Ben emekliyim dedi. Emekli dediğin insan artık işi bırakmış ama hayatı bırakmamış kişidir. Onun sesi yumuşaktır, ama içinde birikmiş yorgunluğun rengi vardır. Aidatların böyle artması zoruma gidiyor diye ekledi. Sonra gözlerini yere indirdi. Bizim toplantı odasına bir sessizlik oturdu. Sessizlik insanı ikiye böler. Bir yanında vicdanın, diğer yanında bütçen. Hangisine daha yakın duracağını bilemezsin.

Apartmanın en neşeli komşusu araya girdi. Yahu dedi asansöre binince saate bakıyorum, sanki yedi saniye hızlanmış. Bir gülüş dolaştı odada. Sonra herkes bir kıyısından kendi küçük derdini anlattı. Çocuklar okul kantininde bir tostun parasını söyledi, başka biri altın fiyatlarından bahsetti, bir başkası pazar filesinin eskisi kadar dolmadığını. Dertler havada çarpıştı. En ağır olanlar altta kaldı. En hafif olanlar gülüşlerle tavana takıldı.

Şunu fark ettim. Apartman toplantısında kimse sadece aidatı konuşmaz. Herkes kendi hayatının sesini getirir. Bir odadan diğerine taşınan koku gibi. O kokular karışır. Ben o akşam şunu düşündüm. Aidat dediğin, sadece kapıcı maaşı ya da temizlik suyunun parası değildir. Aidat, ortak hafızanın bedelidir. Birlikte yaşamayı becermenin, birbirine tahammül etmenin, odanı bırakıp koridora çıktığında aynadaki yüzüne bakmayı göze almanın bedeli. Bu bedel bazı aylar ağır gelir, bazı aylar hafif. Ama hep bir bedel. İnsan toplum olmanın karşılığında bir şeyler öder. Bazen para, bazen sabır, bazen tebessüm.

Ertesi sabah bizim apartmanın WhatsApp grubunda yeni bir mesaj. Kuryeler çok hızlı geliyor, kapıyı çalıyorlar, sonra asansörün kapısını tekmeleyenler var. Bir başka mesaj. Lütfen gece 23’ten sonra müzik kısık olsun. Sonra bir fotoğraf. Çöp kutusunun yanına bırakılmış atıl bir koltuk. Altına satır satır yorumlar. İyiliksever komşumuz şehirde geri dönüşüm noktalarının yerini uzun uzun yazmış. Biri teşekkür etmiş, biri beğeni bırakmış. Derken o koltuk, bizim apartmanın günah keçisine dönmüş. Cümleler sertleşmesin diye biri araya girip çay fotoğrafı atmış. O an anladım ki, modern apartmanın en tehlikeli alanı asansör değil, WhatsApp grubu. Çünkü orada herkes anahtarını unuttuğu kapıları açmaya çalışıyor. Kimlik göstermek yok. Yüz yüze bakmak zorunda değilsin. Cümleler daha keskin, daha hızlı, daha aceleci.

Peki çözüm nerede? Benim aklım hep basit çözümlerde. Bir gün girişte küçük bir masa dursun istedim. Üstünde iki termos çay. Yanında kağıt bardaklar. Yanındaki notta şöyle yazsın. Komşum, buyur bir yudum çay al. Eğer bugüne dert getirdiysen bırak masaya, yarına daha hafif götür. Masanın yanına küçük bir fikir kumbarası. Herkes bir cümle yazsın, katlasın, bıraksın. Ay bitince yönetici o cümleleri okusun. Kimseyi hedef almayan, su gibi akan cümleler çözümün kapısını aralar. Belki aidat bir kuruş bile düşmez. Ama ortak yaşamın tansiyonu düşer. O da bir kazançtır.

Aidat konuşurken en çok asansör tartışılır. Çünkü asansör apartmanın kalbi. O kalp bazen ritim bozar, bazen ses yapar, bazen bir katta kalakalır. O kalbin nabzı bozuldu mu herkesin adımları değişir. Merdiven basamakları birden daha dikleşir. Yaşlılar nefesini ayarlamak ister, çocuklar oyunu merdivene taşıyamaz. Asansör bozulduğunda bazı sözler de bozulur. Kimse kimseye hissettirmeden doğrusunu konuşmaya çalışır. Kendini açıklamak yorucu olur.

Çocukken köyde asansör görmemiştim. Şehirle tanıştığım gün ilk defa asansöre bindim. O küçük kapalı kutuda bütün şehir altımdan akıp gidiyor gibi hissettim. O günden beri asansör benim için bir keşif duygusu taşır. Belki bu yüzden asansörün bakımı konuşulunca içim titrer. O kalbin masrafı var. Var da, o masraf sadece teknik değil. Asansör bir komşuluk sınavıdır. Birinin elindeki poşeti görünce kapıyı tutar mısın. İçeride bir çocuk varsa ilk düğmeye basma sabrını gösterir misin. Elindeki telefonun ekranına eğilmek yerine iki kelime selam eder misin. Belki aidat bu soruların toplam puanıdır.

Bir de bahçe var. Bizim apartmanın bahçesi yok sayılır ama iki saksı toprak bile insana gökyüzünün rengi gibi moral verir. Bahçeye kim bakacak tartışması yıllardır sürüyor. Herkesin iki avuç toprağına bir dünya sığdırma merakı var. Fesleğen ekenle sardunya seven anlaşamıyor bazen. Oysa toprak uzlaşmayı sever. Ne kadar sulasan da ne kadar kavga etsen de toprağın sesinde ağırbaşlı bir sükûnet vardır. Bahçeyi konuşurken aslında insanı konuşuyoruz. Köklerimiz nasıl, gövdemiz nereye bakıyor, yapraklarımız hangi güneşi seviyor. Bahçenin gideri de aidata yazılıyor. Komik ama gerçek. Bir saksı toprağa damlayan suyun faturası olmasa bile, o saksıyı yerine koyan elin yorgunluğu aidatın içine yazılıyor.

Bir akşam üstü, çöpün başında iki komşu tartışıyordu. Neden çöpleri ayrıştırmıyoruz diye sitem etti biri. Diğeri hak verdi ama ikisinin de elinde poşetler vardı. İnsan bazen kendi söylediğine yetişemez. Sözlerimiz hızlı, alışkanlıklarımız yavaş. O akşam çöp kutusunun başında küçük bir manifesto yazıldı aslında. Herkes kendi kapısının önünden başlamaya söz verdi. Ertesi gün apartman boşluğunda daha az çöp kokusu oldu. Bir gün sonra yine aynı. Değişim dalga gibi gelir ve gider. Biz de dalga ile birlikte nefes alır veririz.

Aidatın satır arası duygularla doludur. Bir kısmı suçluluk, bir kısmı dayanışma, bir kısmı yorgunluk, bir kısmı inat. Kimimiz bir liranın hesabını yapar, kimimiz iki liranın hayrını arar. Kimimiz olup bitene kayıtsız kalır. Kayıtsızlık bazen bir kaçış değil, bir savunma halidir. Hayat yorucu olunca insan bir köşeyi sessizliğe bırakmak ister. Apartmanda sessiz kalanlara kızmadan önce onlara bir bardak su vermeliyiz. Suyu uzatınca diller çözülür.

Bir de kapıcı meselesi var. Adı artık görevliye evrildi. İnsanın işi değiştikçe adı değişiyor. Oysa değiştirilmemesi gereken şey emeğine saygı. Bizim apartmanda yıllardır bir yüz var. Sabırlı, biraz çekingen, çok çalışkan. Her sabah kapıyı o açıyor. Postacıya yolu o gösteriyor. Kuryenin garip şifreli konuşmasını o çözüyor. Bir gün onu ayakta dinlerken şunu fark ettim. Apartmanlarda görünmez kahramanlar var. Görünmez oldukları için kıymetleri geç fark ediliyor. Aidat hesaplanırken o görünmezlik de ekleniyor sanki. O yüzden yenisini bulmak zor, olanı kırmak kolay. İnsan ilişkilerinde en masraflı kalem onarım. Bir sözün, bir bakışın onarımı. O yüzden aidatın en büyüğü belki de dilimizin ucunda duruyor. Ya sarf edeceğiz ya saklayacağız.

Bir gün bir komşum dış kapıdaki kartlı geçişin sesinden şikayet etti. Gece geç saatte cırt diye öten o kart sesi uykusunu böler olmuş. Başka bir komşu ise o sesin güven verdiğini söyledi. Kapının kapandığını duymak içini rahatlattığını anlattı. İkisi de haklı. Sonra düşündüm. Aynı ses kiminin kabusu, kiminin huzuru. Hayatın ironisi burada. Bir sesin bile iki anlamı var. Aidat da öyle. Kiminin kâğıt üstündeki hesap tablosu, kiminin içindeki emniyet duygusunun parçası.

Gel gelelim zam meselesi. Bu yıl, geçen yıl, ondan önceki yıl. Fark etmiyor. Rakamlar hep bir şeyleri kovalıyor. Marketteki sepetle apartmandaki bütçe arasında görünmez bir ip var. Sepeti doldurdukça ip geriliyor, aidat konusu açıldıkça ip biraz daha çekiyor. Sonra bir gün ip kopuyor. Koptuğu gün kimse konuşmak istemiyor. Çünkü ip koptu mu herkesin dengesi bozuluyor. O yüzden ipin kopmasını beklemeden birbirimize bakmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bugünün en büyük devrimi belki de birbirinin gözünün içine bakarak konuşmak. Kağıt üstündeki tabloları değil, mutfağındaki çaydanlığın sesini dinlemek. O çaydanlığın fokurtusu, bir evin senfonisidir. Senfoniyi duyan, tek yüzden değil, tüm yüzlerden yana olur.

Mahalle kavramını da apartmanın içinde yaşadık biz. Eskiden sokakta kapı önünde taburelerle toplanılan akşamlar, şimdi apartman girişinde kısa selamlaşmalara dönüştü. Yine de o selamların içinde büyük bir bağ var. Asansöre binmeden önce göz göze gelince sırtımızdaki yük hafifler. Ben ne zaman zor bir haber alsam, apartmanımızın en yaşlı teyzesiyle karşılaşırım. Elime çikolata sıkıştırır. Bu kadar basit bir jest bazen bir insanın gününü, hatta haftasını değiştirir. Aidat hesabı yapılırken böyle jestlerin muhasebesi tutulmaz. Ama o muhasebeyi kalp tutar. Kalbin defterinde eksik yoktur.

Toplumsal büyük tartışmaların küçük izdüşümleri apartmanda olur. Sığınmacılar hakkında konuşulur mesela. Kimisi merhametle yaklaşır, kimisi tedirginlikle. Bir aile taşınır, yeni bir dil gelir apartmana. Merdiven boşluğunda yeni bir koku, asansörde yeni bir selam. İnsan bazen bilmediğine mesafe koyar. Sonra bir çocuk top peşinde koşar, diller bir anda anlaşır. Komşuluk dil tercümanına ihtiyaç duymaz. Göz teması en güzel sözlüğü açar. Aidatın artışı ile birlikte artan tek şeyin gerginlik olmaması için bu küçük sözlüklere ihtiyacımız var.

Güvenlik kamerası meselesi de bitmez. Kamera olsun diyen var, insani güven yeter diyen var. Kamera görüntüsünün soğukluğu ile komşunun tebessümünün sıcaklığı aynı anda mümkün mü. Tamamen değil ama yakınlaştırılabilir. Belki kamera değil, ışık mesele. Işık doğru yere düşünce insan daha az tedirgin olur. Apartmanın girişindeki lambanın sıcak bir rengi olur mesela. Kış akşamı o lambanın altından geçince insan kendini bir hikayenin kahramanı gibi hisseder. O ışığın faturası aidata yazılır, ama verdiği duygu başka türlü bir kardır.

Bir gün aşağıdaki marketin sahibiyle lafladım. Apartmandan en çok kim alışveriş yapıyor diye sormadım elbette. Onun yerine başka bir şey sordum. Bu mahallede en çok ne satılıyor. Düşündü. Su dedi. Sonra ekmek. Sonra çikolata. Güldük. Su, ekmek, çikolata. Yaşamanın, ayakta kalmanın, küçük mutlulukların üçlüsü. Apartman hayatı da böyle. Su gibi akması gerekiyor. Ekmek gibi doyurması. Çikolata gibi ağzımızda eriyen bir tat bırakması. Aidata yazılmayan lejant bu.

Elbette sorunlar bitmez. Asansör yine bozulur. Kablo yine kopar. Sitesi olanlar yönetim yazılımına şifre girer ama şifreyi unutur. Oyun parkında bir düğme kırılır. Birileri toplantıya yine gelmez, gelmeyenler hakkında yine konuşulur. Bu bir döngü. Döngünün içinde durup manzaraya bakabilenler var. Bir de sürekli koşanlar. Aslında ikisi de aynı yerden geçer. Biri nefesle, biri telaşla. Bazen yer değiştirirler. Hayat böyle akıcı, böyle değişken.

Ben zaman zaman içimdeki hesap defterini kapatıp dışarı bakıyorum. Güneş apartmanın duvarında eylül sarısı bir leke yapmışsa içimde bir yer ferahlıyor. Pencereden içeri sızan bir ses, uzaktan geçen ekmek arabasının melodisi. Bu sesler aidatla ölçülmez. Ama aidat konuşulduğu akşamlar bu sesler daha kıymetli olur. Çünkü soğuk rakamların içinden sıcak bir hayat çıkarmamız gerekir. Biz bunu başarınca apartman, sadece beton ve demir olmaktan çıkar. İçinde insan kokusu, söz buharı, kahve dumanı olan bir yuvaya dönüşür.

Diyeceksiniz ki pratik çözüm nerede. Tamam haklısınız. Duygu güzel, pratik lazım. O zaman bir liste yapalım. Önce şeffaflık. Apartman gelir giderini herkesin göreceği bir dosyada dursun. Dijital olur, panoda olur, hiç fark etmez. Ama dili sade olsun. Sade dil, insanların güven dilidir. İkinci olarak katılım. Toplantılar sanki bir ders anlatımı gibi değil de sohbet gibi olsun. Soru sormanın ayıp olmadığını, bilmediğinin öğrenilebileceğini herkes hissetsin. Üçüncüsü esneklik. Kimi ay daha fazla verir, kimi ay daha az. İnsanların hayatı dümdüz değil. Aidat da bir çizgi değil, bir dalga. Dalga geldiğinde birbirimize kol uzatmayı bilelim. Dördüncüsü küçük jestler. Asansöre minik bir not. Gülümsemek ücretsiz ve hızlıdır. Kapı önüne bir saksı. Komşuna bir dilim kek. Bunlar masrafı düşük, getirisi yüksek adımlar. Beşinci olarak ağ kurmak. Mahallenin esnafıyla ufak anlaşmalar yapmak. Toplu alımda indirim. Çiçekçiden, temizlikçiden, boyacıdan. El sıkışmanın bereketi ayrı.

Yine de her listenin arkasında şunu unutmayalım. Listeler ruhsuz kalırsa duvara çarpar. Onlara ruh üfleyen şey karşılıklı iyi niyet. İyi niyeti büyütmenin yolu ise kendi evinden başlamak. Kapının ardını toplamak, çöpe doğru saatte inmek, sessizliği doğru zamanlarda seçmek. Bazen en büyük iyilik, kimsenin illa görmesini beklemeden yapılır. İçten bir iyilik, apartman boşluğunda yankı yapar ve döner dolaşır yine sana çarpar.

Kış bastırınca kalorifer konusu açılır. Hangi saat yanacak, kaç derece olacak. Sıcağın politikası bile var. Kimisi kalın giyinir tasarruf ister, kimisi ince giyinir sıcak sever. Terazi hep şaşar. Bu noktada çoğu zaman tek çözüm konuşmak. Konuşmayı bilmek. Bağırmadan, üstten bakmadan, küçümsemeden, suçlamadan. Konuşmanın da bir usulü var. Önce niyet, sonra kelime, sonra ton. Bu üçü yerine oturdu mu anlaşılmadık konu kalmaz. Aidat da anlaşılır. Kaloriferin düğmesi de.

Bir keresinde toplantıdan çıkınca kapıda apartmanın en genç sakiniyle karşılaştım. Liseye gidiyordu. Abi dedi, bu aidat mevzusu neden bu kadar büyüyor. Gülümsedim. Çünkü dedim, aidat sadece para değil. Aidat, bir arada kalabilme isteğinin imzası. O imzayı her ay tazeliyoruz. Bazen imza atmak zor gelir, bazen parmak izini bastığın gibi gönülden verirsin. Ama asıl mesele şu. O imzayı atarken içinden şu cümleyi geçiriyor musun. Bu evde yalnız değilim. O çocuk güldü. Anladım dedi. Sonra asansöre bindi. Asansör katları sayarken ben de içimden katları saydım. Sabır, şeffaflık, nezaket, esneklik, dayanışma. Beş kat çıktı asansör. Beş kat indi içim.

Şimdi bir de ev sahipleri ile kiracılar arasındaki gerilimden söz etmemek olmaz. En zor düğüm belki burada. Ev sahibi evinin sorumluluğunu düşünüyor, kiracı evin sıcaklığını. Birinin hesabı var, diğerinin evi. Aradaki çizgi bazen kalınlaşıyor. O çizginin ince kalmasını sağlayan tek şey güven. Güven dediğim şey de öyle sözle çağrılan bir kuş değil. Her gün küçük bir yem atman lazım. Haber vermek, sözünde durmak, birbirine işini kolaylaştırmak. Ev sahibi de kiracı da aynı apartmanda aynı ışığın altından geçiyor. Biz aynı sınavdan geçiyoruz. Başarı notu birlikte yazılıyor.

Hikâyeyi şuraya bağlayacağım. Aidatın sessiz isyanı dediğim şey, aslında içimizdeki adalet duygusunun fısıltısı. Biri daha az faydalanıyor, biri daha çok ödüyor, biri konuşuyor, biri susuyor. Zaman zaman içimizdeki kefeler yer değiştiriyor. Biz bu kefeleri ancak birbirimizin yüzüne bakarak, sözümüzü tartarak dengeleyebiliriz. Apartman, insanın bir arada kalma provasının sahnesi. Bu sahnede herkes aynı oyunu oynamıyor gibi dursa da perde kapanınca aynı sessizliğin içinde uyuyoruz. Sabah olunca aynı asansöre biniyor, aynı düğmeye basıyor, aynı kapının açılmasını bekliyoruz.

Belki de temel cümle şu. Birlikte yaşamak lüks değil ihtiyaç. Bu ihtiyacı karşılamanın bedeli bazen iki bardak çay, bazen bir selam, bazen üç lira, bazen sabır. Hepsini aynı torbaya atıp ne çıkarsa bahtımıza demek değil. Hepsini tek tek seçmek, birbirine denk düşürmek, hakkaniyeti gözetmek. Hakkaniyet kelimesi apartman panosuna yazılsa bazı dertler kendiliğinden küçülür. Çöp kutusunun yanına bırakılan koltuk bile biraz hafifler. Çünkü taşıyan eller yalnız olmadığını hisseder.

Bugün panoda yeni bir kâğıt asılı. Değerli sakinler bu ay da yangın merdiveni kapısı açık kalmasın. Notun altına küçük bir kalp çizmiş birisi. Kimse imza atmamış. Belki yönetici, belki teyzelerden biri, belki bizim lise talebesi. Ben o kalbi görünce gülümsedim. Aklıma şu geldi. Biz kâğıtlara yazdığımız notların arkasına küçük kalpler çizebilirsek, çok şey değişir. O kalbin kredisi aidatla ölçülmez. O kredi insana güven verir. İnsan güvenince hesaplar daha kolay tutar.

Son cümleye gelirken içimden bir misafir geçiyor. Eskiden mahallelerde kapı çalınır, komşu eli boş gelmezdi. Şimdi de olur ama daha az. Oysa bir tabak sarma, bir dilim kek, bir kap çorba apartmanın bütün matematiğini değiştirir. Birinin canı tatlı çektiğinde kapı çalınırsa sistem yenilenir. Biz birbirimizin güncellemeleriyiz. Yeni sürüm nezaket, yeni sürüm anlayış, yeni sürüm tebessüm. Böylece asansörün aynasında yüzümüze bakarken yadırgamayız. O ayna yalnızca gözümüzü değil, yüreğimizi de yansıtır.

Bazen içimden şu basit dua geçer. Allah’ım, merdivenlerde ayaklarımıza sabır ver, asansörde dilimize nezaket ver, panoda kalemimize adalet ver. Hepimizin ortak duası bu. Sonra panonun altına küçük bir not sıkıştırırım. Bu akşam çay var. Gelen gelir. Eğer gelmezseniz de başım gözüm üstüne. Kapı açık, içeri serinlik girsin, dışarı hoş bir koku taşsın.

Ve evet, aidat bu ay yine gündemde. Ama bu yazıyı buraya kadar okuduysanız ve içinizde birazcık gülümseme kıpırdadıysa bilin ki en büyük masraf kalemimiz insan kalmak. İnsanı tutunca bütün tablolar anlam kazanıyor. Hadi şimdi girişteki menekşeye bir avuç su verelim. Tüm apartmanın çiçeği o. Belki yaprak verir, belki vermez. Biz yine de deneriz. Denemek, ortak hayatın en güzel alışkanlığıdır.

Bir gün yine toplantı var. Panonun başında toplanıyoruz. Yönetici dosyayı açıyor. Rakamlar birer birer görünür oluyor. Bu kez herkesin yüzünde biraz daha yumuşak bir ifade. Çünkü bu metin kulağımıza bir şey fısıldadı. Rakamların arasından insan sesi duyuluyor. İnsan sesi duyulunca tartışma bile şefkatli oluyor. O gece kararlar daha kolay alınacak. Zamlara itiraz yine olacak, olur. İtiraz olmalı. Fakat itirazın tonu bir bardak çay kadar ılık olursa, sabaha içimizde huzur kalır.

Belki bu satırları okuyan biri, yarın sabah apartmanın kapısını açınca içeri dolan havayı fark eder. Tozundaki güneşi, kokusundaki serinliği, sesindeki insanı. O an anlayacağız. Aidatın sessiz isyanı sustu. Yerine anlaşılmış bir mırıltı yerleşti. İşte o mırıltı, bir arada kalmanın en tatlı müziği. Müziği kısmayalım. Kısmanın bedeli ağır. Açalım ama kulak tırmalamadan. Bu dengeyi tutturduğumuzda apartman, şehir, mahalle ve belki koca memleket biraz daha nefes alacak.

Şimdi kapıyı kapatırken içimden tek bir cümle geçiyor. Biz birlikte yaşamak isteyen iyi insanlar topluluğuyuz. İyilik ara sıra yorgun düşse de kendi evine döner. Biz de ona yer açalım. Kapının aralığı geniş kalsın. O zaman aidat tabelasında bile bir gün bahar rengi görürüz.

Günün sonunda dönüp kendime soruyorum. Bu kadar lafı niye ettim. Çünkü birlikte yaşama ihtiyacımız, tek başına kalma korkumuzdan büyük. Çünkü komşunun sesini duyunca evimiz daha az yalnız. Çünkü asansörde göz göze gelince şehir bir adım küçülüyor. Çünkü bahçedeki saksı çocukluğumuzun toprağını koklatıyor. Çünkü çöpün yanında alınan küçük kararlar büyük karmaşaları düzeltiyor. Çünkü küçük çabalarla büyük meseleler evcilleşiyor.

Hadi şimdi asansöre binip bir kat aşağı inelim. Kapı açılınca sağda küçük bir pano var. Üstünde şu yazsın. Komşum, bugün nasılsın. Eğer iyi değilsen söyle, biz buradayız. Eğer iyisen yine söyle, sevincin bulaşsın. Bu panonun masrafı yok. Boyası içimizden. Fırçası dilimiz. Çivisi bakışlarımız. Çekiç de kalbimiz. Vurup sabitleyelim. Sonra hep beraber bir çay söyleyelim. Birlikte yaşamak kolay olmasa da güzel. Güzel olan şeylerin bedeli var. O bedeli hakça bölüşelim. Geriye kalırsa bir dilim kek pay edelim. Belki o zaman aidat duyurularındaki noktalar sitemli değil şen olur. Belki o zaman menekşemiz yeniden çiçek verir.

Şehrin sabahı yine erken ötecek. Fırıncı hamuru tokatlayacak. Çay ocağı bardakları yıkayacak. Bizim apartman uykusunu tatlı tatlı bölüp yeni güne göz kırpacak. Kapıda yine küçük notlar olacak. Biz de her gün yeni bir not ekleyeceğiz. Nota yazacağımız kelimenin adı basit. Merhaba. Bu kelimeyle başlayan gün, akşama kadar kolay geçer. Kolay günlerin toplamı da huzurlu bir hayat eder. Huzur, aidattan daha değerli bir bakiye. O bakiyeyi birlikte büyütelim.

Ve şimdi bu metni kapatırken panodaki en eski kâğıdı indiriyorum. Yerine şu satırı asıyorum. Komşum, iyi ki varsın. Bu ayın aidatıyla beraber bu cümleyi de ortak kasamıza atalım. Kazanç çok olur. Zarar az. İnsan kalır. İnsan kalırsa ev kalır. Ev kalırsa yurt kalır. Yurdun içi sıcak kalır. İşte isteğimiz bu.

Yorum Gönder

Blog içerisinde minimum hatta hiç görsel kullanmamaya özen gösteriyorum, dikkat dağıttığına inanıyorum. Yazılarımda amacım sizlerle sohbet etmek, dahil olmak isterseniz yorum bırakmanızı rica edeceğim, mutlaka cevaplıyor olacağım, kendinize iyi davranın...

Daha yeni Daha eski